Güler mi mâteme dünyada hiçbir sahib-i insaf?
Felâket görmemişsin, derdimi eylersin istihfâf
Felâket olsa lâyıktır, bu halka sendeki evsâf
Kifâyet gösterip ey eyleyen irâd, nâkâfi.
Acep hûn-ı dil-i mecrûhumu sen mey mi zannettin?
Sadâ-yı makberi bir na'ra-i heyhey mi zannettin
Veyahut kendini âlemde sen, bir şey mi zannettin?
Bugün ben yazdım, elbette yazar ahfâd, nâkâfi.
Evet, tarz-ı kadîm-i şi'ri bozduk, her ü merc ettik
Nedir şi'ri hakîki safha-ı irfâna dercettik
Bu yolda nakd-i vakti cem'i kuvvet birle harcettik
Bize gelmişti zirâ meslek-i ecdâd, nâkâfi.
Ne dersen de, eminim ben bu yolda sermediyetten,
Ölür, lâkin cihânda kimse mahvolmaz hamiyetten,
Gelen imdâd kâfidir bana irfân-ı milletten,
Ne rütbe olsa da tab'ımda isti'dâd, nâkâfi.
(Hep yahut Hiç, S. 129-130)
Abdülhak Hâmid Tarhan, Türk Büyükleri Dizisi: 19, S. 51-52
Not: Şair bu şiiri, “Makber” şiirine yapılan eleştirilere yanıt olarak
yazmıştır.
Nâkâfi: Yetersiz, yetmez, kafi değil
Levh-i sema: Kadere boyun eğme
İnşâd: haykırmak, sesini yükseltmek
Hûn-ı dil-i mecrûh: Kırgınlık ve üzüntü
Na'ra-i heyhey: Anlamsızlık, gevezelik
Ahfâd: Gelecek
Tarz-ı kadîm-i şi'r: Gelenek
Meslek-i ecdâd: Alışılmışlık
Hamiyet: Kendine güvenmek
İrfân-ı millet: Halktan feyiz alma