milletine, diline olan bağlılığından dolayı hususî mektub
kâğıdının başına - Türk Sefareti - levhasını yaldızla
bastırmıştı.
34 yıl evvel yazdığı mektub, müslümanlığın fazilet ve ahlâk
kısımlarını göstermek için yazılmıştı ve İngiltere’de
müslüman olan çok zengin bir ihtiyar lordun cenazesine
gittiğini anlatıyordu. Bu mektubu şimdi bir daha okudum.
Gözümün önünde büyük şairin ne kadar derin feylesof
olduğu tekrar parladı ve onun hususî hayatını düşünmeğe
daldım.
1912 yılının başlangıcındayız, Abdülhak Hâmid’i, Osmanlı
Hariciye Nazırı Noradunkyan, Brüksel Elçiliğin’den azletmiş,
Hâmid yüreğinde yeni parlayan aşkıyle, yani Bayan
Lüsyen’le Viyana’ya gelmişti. Ben Viyana’dan geçiyordum,
İstanbul’a dönüyordum. O tarihde Beyoğlu Belediye Reisi
idim. Hâmid’in Viyana’da Astorya Oteli’nde bulunduğunu
duyunca ziyaretine gitmiştim. Birçok konuştuk, seviştik ve
öpüştük. Ayrılıp İstanbul’a geldim. Arası çok geçmedi
Hâmid’den bir mektub aldım; bana yazıyordu ki:
« Lüsyen’le İstanbul’a geleceğim, Beyoğlu’nda bir otelde
oturmak lüzumu vardır; fakat bilirsin ki biz türkleri ecnebî,
kadınla Beyoğlu otellerine almazlar. Bu müsaade sade
yabancılara verilmiştir. Beyoğlu belediye reisisin, bana çare
bul ve bizi bir otele yerleştir.»
Bu satırları okuyan gençler gülerler, yahut inanmazlar;
fakat 1912 de Beyoğlu böyle idi. Bir Türk kendi karısı ile
Beyoğlu’nda bir otele giremezdi ve bir Türk kadını otel ve
gazinoda bulunamazdı. Bir Türkün yanında ecnebî kadın
bulunursa otelciler yine kabul etmezlerdi.
Tepebaşı’nın karşısında otel Kontinantal’ın sahibi fransızla
Belediye riyaseti odasında anlaştık. Hâmid’le Lüsyen’e oda