venlerinde gördüm. Koyu kırmızı yol halısına gömülen ağır
adımlarla iniyordu... Kapıda bekliyen Süleyman Nazif,
cezbeye tutulmuşcasına dalgın, mırıldandı:
Allaaah iniyor gibi semâdan!
Hâmit, her yeni gibi eskinin hücumuna uğramıştır. Ama,
bütün hücumlara karşı sustu ve cevap değil, kitap yazdı.
Yalnız, iki mısralık bir öfkesi vardır:
Yayımı asmadan evvelce ben attım okumu,
Bunu inkâr ediyorlarsa yesinler ......
Evet, yesinlerden sonra gelen altı harfli kelimeyle kalemini
kirletmemiş, yalnız, altına şu notu koymuştu:
«El manâ fi batnuşşair.» Türkçesi «manâ şairin karnın-
dadır!»
Hâmit, hususî konuşmalarında zarif, ince ve nüktedandı. Bir
gün, akıldan yana epey eksik olan Florineli Nazım’ın ısrarlı
davetini kıramamış, evine gitmişti. Akşam Süleyman Nazif:
— Efendimiz, bugün sizi aradım, yoktunuz... Nereler-
deydiniz? deyince, Hâmit gülümseyerek cevap vermiş:
— Tımarhanedeydim!
Fatma hanımın ölümünden sonra büyük şairi evlendirmek
isteyenler, ona Çamlıca’da bir güzelden bahsetmiştiler.
Hâmit:
— Ben görmeden evlenmem, demiş.
Ertesi gün, ipek maşlah içinde sülün gibi bir tazeyi büyük
şaire takdim etmişler...