Misafirine, yoksula, cândan ikrâm edesin,
Hakk’ın emrini işitip, bu sözleri dedim ben.
Fakir, garip, yetimlerin, her kim ki hâlini sorar,
Razı olur o kulundan, Rahîm olan Perverdigâr,
Ey bî-haber sen sebepsin, budur bir sırr-u esrar.
Hak Mustafa öğüdünü, işitip söyledim ben.
Yedi iken benim yaşım, Arslan Bab’a verdim selâm,
Dedim ona; "Hak Mustafa emanetin et armağan.”
Bin bir zikrini o zaman, ikmal eyledim, tamam,
Nefsim ölüp lâ-mekâna, ulaşıp yükseldim ben.
Hurma verip başımı okşayıp nazar eyledi,
Fırsat bulup âhirete göç edip, sefer eyledi.
"Elveda!” deyip dünyadan, vazgeçti hazer eyledi.
Medreseye gittim de coştum, taştım işte ben.
"İnnâ fetahnâ”yı okuyup, ben ma’nâsını sordum, (*)
Nur doldu gönlüme, O’nun cemâlini gördüm,
Hocam bana; "Sus!” dedi, ben ise bakakaldım,
Yaşım saçıp çaresiz, durup kaldım işte ben.
"Ey câhil! Ma’nâsı budur.” dedi ve ben de bildim, (*)
Bundan sonra çöller gezip, Hakk’ı hakikati sordum,
Lütfetti, şeytanı yendim hem de sırtına bindim,
Mızrak sokup belini ezip dövdüm işte ben.
"Ey bî-haber! Ma’nâ budur,” dedi, ben de bildim, (*)
Bir ayeti, bin ma’nâda açıkladı ben de gördüm,
Harlık, zârlık, meşakkati hedef kıldı ben de bildim,
Ondan sonra Hak yoluna düştüm işte ben.
Zikrini itmam edip, ben döndüm divâneye, (*)
Hak’tan başka söylemedim, ben hiçbir bîgâneye,
Nur arayıp tâlip oldum o yüce pervâneye,
Kor olup tutuştum, yandım ve söndüm işte ben. 7