MURABBÂ II
Değişmez fen mi vardır, müstakır eşyâ mı kalmıştır?
Delîli sâbit olmuş binde bir davâ mı kalmıştır?
Deme insâna malûm olmadık manâ mı kalmıştır
Eğer mechûl ararsan her işin encâmı kalmıştır.
Sipihrin bahtını, ikbâlini hep pâymâl ettim
Hamiyyet mesleğinde terk-i evlâd-ü iyâl ettim
Hayâtımdan muazzezken vatandan infisâl ettim
Sebât ü azme hâil bir deni dünyâ mı kalmıştır?
Memâtı görmedim ömrümde bir inkâr eder mezhep
Fenâdır, bir fenâ dünyâdayız, intâc-ı her matlep
Firâkı, bahs ü nefyi, kadr ü nâmûsumla gördüm hep
Cihânın bir belâsından bana pervâ mı kalmıştır?
Musırrım, sâbitim tâ can verince halka hizmette
Fedakârın kalır ezkârı dâim kalb-i millete
Denir bir gün gelir de sâye-i feyz-i hamiyyette
Kemâl'in seng-i kabri kalmadıysa namı kalmıştır.
Namık Kemâl, Necip Fazıl, Bütün Eserler 61
- Müstakır: yerinde duran, değişmeyen
- Encâm: son, nihayet
- Sipihr: gök, felek
- Pâymâl etmek: ayak altında kalmak, çiğnenmek
- Hamiyyet: yurtseverlik, milliyetseverlik
- Terk-i evlad ü iyal: evlatları ve eşi terketme, ayrılma
- Muazzez: değerli
- İnfisâl: ayrılma
- Hâil: engel
- Deni: alçak, aşağılık
- Memat: ölüm
- İntâc: sonuç verme, meydana getirme