- Peki, bütün bunları kendi aranızda değerlendirdiğinizde
nasıl bir sonuca ulaştınız? Sizden kaynaklı hatalar neler? - Yani bizim bu konuda yetersizliklerimiz olabilir ve vardır.
Hem politikayı yönetmede yetersizliklerimiz yaşandı, hem de
aynı zamanda sonradan anlaşıldığı gibi 2015’ten sonraki,
özellikle bu şehir direnişlerinde açığa çıktığı gibi, bu ateşkes
döneminde savaşa dönük herhangi bir hazırlık yapmadık. Türk
devletinin dediğinin tam tersidir. HPG bünyesinde yeniden
yapılanma çerçevesinde belli bir yenilenme, askeri performansı
geliştirme eğilimi gelişti. Bu tamam. Ama bu daha çok DAİŞ’e
karşı savaşta zaten değerlendirildi. Yani onlar kendi yaptıklarını
bize yüklüyorlar. Kendileri bir taraftan bizimle barış, diyalog,
tartışma yürütürken, öbür taraftan savaşa hazırlanıyorlar. Gidip
İran ile anlaşıyorlar, görüşmeler sürerken 5 Aralık 2008’de
görüşme heyetini imha etmeye çalışıyorlar. Aracı kurumu imha
etmeye çalışıyorlar. Onlar bizim de öyle yapmış olduğumuzu
kamuoyuna yansıtıyorlar. Halbuki öyle değil.
Biz barış görüşmelerinde gerçekten samimiyiz. Samimiydik.
Neden? Çünkü Önderliğimiz esir, biz Önderliğimizin
özgürleşmesini istiyoruz. Onun için biz bu Türk devleti ile
bütün barış görüşmelerinde sonuna kadar samimiydik. Kim ne
derse desin samimiydik ve çözümleyici yaklaştık. Kuşkusuz
AKP’nin politikaları ve uygulamalarından dolayı hep kuşkulu
yaklaşımlarımız olmuştur. Ama biz bir gelenekten geliyoruz. Biz
Kürdüz, Kürdistan’dan geliyoruz. Daha önce bir basın
çevresinde yazdığım bir yazıda söylemiştim: bizim köyde ben
küçükken ihtiyarlar vardı. İhtiyarlar diyordu, ‘Türk devleti,
affedersin eşek de olsa, binme.’ Çünkü mutlaka seni düşürür.
Yani biz böyle bir ortamdan geliyoruz. Tedbirimizi almak
zorundayız.
Daha önce de söylediğim gibi, Önderlik o samimiyet ile
‘anayasal çözüm olmazsa Devrimci Halk Savaşı çözümü
gündeme girer’ dedi. Bu samimiyetin ürünüdür. Biz aslında öyle
bir taraftan barış görüşmelerini yürütme, diğer taraftan da işte
Kürt sorununun çözümüne ‘çözüm süreci’ operasyonu