Kim bilir, belki aslımız toprak,
onu bir muztarib çamur yapmak
- ki, mesâmâtı kanla, yaşla dolu -
hangi hâin tesadüfün işi bu?
Hem niçin yokdan eyleyib iycâd
sonra vermek zevâle istiğdâd?
Bunu bir Hâliq irtikâb etmez; -
halkeden mahveder, harâb etmez !..
İşte en zorlu hasmın ey Hallâk,
seni Arş’inde eyliyen ihnâk,
bize vaktiyle zehr-i gayzından
verdiğin cür’adır, od'ur bu yılan;
bileceksin bu hasmı elbet sen:
Şüphe!.. En zâlim, en kavi düşmen.
Bize en mugfilâne taslîtın,
yâhut en gâfilâne taglîtın.
Bak bugün "hud’a, şeytanet, igvâ,"
seni mülkünden eyliyor iclâ;
üflüyor mağbedinde meş’alini,
kırıyor elleriyle heykelini.
Ve bütün kudretinle sen, meflûc
çöküyorsun... Ne in’idâm-ı bürûc,
ne savâ’ik, ne bir hübûb i jiyan,
ne cehennemlerinde bir galeyân;
ne nazarlar habîri mâteminin,
en kulaklarda bir tanîn-i hazin...