arıyorlar. Kazmalar kürekler ellerinde eştikçe mezar
kokuları gelmeye devam ediyor. Mum da aciz mum ya
da mumyayı yapansa hepsinden aciz ama bu küfür
gecesini aydınlatacak güneşe gözlerini körcesine
tıkamışlar.
Lafı ha bire döndürüp dursak da laf bile zaman mekan
içindeki tablonun bir nakışı olmaktan kurtulamıyor.
Şimdi Nil nehrinin niye kan renginde aktığını anladın
mı?
Şimdi asıl kapının olduğu yeri aramaya başlayalım.
Buraya kadar ‘gözün kulağın burnun ve beynin gıdası
nedir’ diye kendi kendine sormadınsa, sana garip bir
ormandan en genç ceylanı avlayıp getirseler onu da
yiyemezsin. Çünkü ceylanı görünce, nefsin senden çok
önce avın üzerine atlamış onu parçalayıp yemiştir bile.
Deryalarda bu gördüğüm latif mercanların üzerine
akseden ışıktan haber ver. Haberin sadıkanesi gönül
bahçelerini sulayıp yeşerten huzur yağmuruna benzer.
Tıpkı sahabenin düşman karşısında muharebe ederken
bir ara üzerlerine yağan yağmur gibi.. E ne yapalım
gözün de bir yere kadar bakışı var. Bu bakış ötesi yere
kim göz atar dersen, ben de Hz. Muhammed’i (s.a.v)
taşıyan Burak’ a bir sor derim.
Ey akıl bataklığına düşmüş deve kuşu.. Huzur
yatağından kalkmadıkça rahat seni derbeder eder de,
her bir şeyi hallettiğini sanan kavimler gibi sabah daha
horozlar ötmeye başladığında yok olup gidenlerden
olursun. Ama bu şehrin sokakları senin için pek yokuş
görünse de Esrarı Zikrullah’ ın yüce nuruyla ne yollar
aşılmaz ki.. Sessizliğin şahitliği olmasa bu hıçkırıklar
sığlığında bayağı kişilerden hiç farkımız olmayacak.