zaten buraya kadar zahmet edip de gelmezdin.
Peşimize takılıp geldiğine göre senin de hoşluk
dersinde yıkanman farz oldu.
Şimdi başlayalım söz yolundan çıkıp mana yoluna
girmeye.. İş ne kadar karmaşık olsa da, bir maharetli
duvar ustasına kerpiçlerde gençliğini görmek aynadan
daha kolaya benziyor. İlk durağımız Şam tatlılarının
satıldığı helvacı dükkanları değil ya da Bağdat’ın o leziz
et kebaplarını bulamayacaksın. Sana açlığın sofrasını
kuracağız, sen de o sofraya geçip bir güzel yokluğu
kaşıklamaya başlayacaksın. İster dolmadan al, ister
hoşafdan.. Ne yersen ye ama sakın ola ki dervişlik
hırkasını kirletmeyesin. Yani çölde yürürken ayak
izlerin çıkmayacak. O kadar hafif ve latif bir hale
bürüneceksin ki dünya heveslerinin ağırlığı seni keyif
buzuluna çıkarmamış olacak. Bak o güzel kapının
levhalarının birinde ne yazıyor, et kokusuna
meyletme.. Sen bırak, köyün girişindeki köpekler
leşlere saldırıp dursunlar. Yaratılmış her şey bu akıl
ötesi yerde bir yemek sofrası kadar ya olur ya olmaz.
Kalemin titreyip bütün her şeyi yazdığı o an daha
bizler hiç bile değilken, O’nun merhameti ve emri
olmasaydı adımız bile anılmayacaktı. Çünkü
yaratılmamış olacaktık.. Yoktuk.. Hiçtik.. Bilmediğimiz
çok anlar geçti, çok canlar yaratıldı, çok emirler verildi.
Ol dediğin de oldu.. Cezbe sahiline çıkmam için yardım
et.. Bu sıradanlık gemilerini sevmiyorum beni Veys’in
içine çektiği nefes yap ki o gönüldeki zikrin Hay
seslerine ulaşayım. Beni İsa’nın havarilerinden birinin
omzuna düşen yaprak yap ki o kudret helvasını ve
bıldırcın etlerinin gökten inişini tesbih edeyim. Ya da
Musa’nın asasındaki bir budak olayım da firavun
avanesinin suda boğuluşunda ıslanayım. Ya da
İbrahim’in baltasındaki demir madenin atomlarından
biri olayım. O balta, Kabe’nin içindeki putları yıkıp