Göz kapaklarım uykuya doğru sanki rüzgarda uçan kaz
tüyü gibi meyledip duruyor. Veledin uçurtması şeytanın
bacağını kırmaya kafi gelse de, a mübarek adam sen
kırık kaşığını sultanın sofrasından ne diye saklıyorsun
ki? O elif lam mim güzelliklerine ne kadar dalarsan dal,
yine de hiç kıyısına ulaşamadığın haşir denizlerine
benzer. on sekiz bin âlem deyince aklına sadece
yıldızlar, uzay, Samanyolu galaksisi ya da kara delikler
gelmesin. Zamanın tükendiği yerde, senin kendine ait
bir çekim gücün olur mu ki ardına sohbet kuşlarını
takmışsın da ha gayret.. Ocağa odun atıyorsun, bu
âlemler atom âlemlerinden tut ta hiçlik âlemlerine sır
âlemlerine gönül âlemlerine kadar sayısız âlemler içerir
aklındaki yetmiş ve dahi yetmiş. Fikre de danışsan
yine de yokluk hırkası giymiş bir dervişin, bakışındaki
ruh hızına erişip hesabını düzgün yapamazsın mutlak
fire verir, neden yahu, dersen senin hesabının içinde
nefis var gıybet var benlik var uzun yaşama hırsı var..
Yani a kır kuzusu, olaylara tüm netliğiyle
bakamıyorsun. Şimdi anladın mı undan nasıl ölülere
helva yapıldığını.. Anlamadınsa bir tane rüzgârgülü al
da şu mübarek dağlara çık, rüzgârla kader arkadaşlığı
yap, sabredenler ne güzel arkadaştır.
Temizlik aslında kirlerden temizlenme mi yoksa temiz
olana doğru bir hareket mi, bunu anlamak zaman
zaman zor oluyor. Çünkü gelmiş geçmiş bunca
kavimlere şöyle bir göz atarsak her kavim kendi
içerisinde en temiz bildiklerini tahtlara oturtmak
eğilimin de olmamışlar ki! Sadece onları dürten
kaygılarına hemzemin olarak hareket etmemişlerdir.
Çok zaman içerisinde binlerce kazan kaynamış,
binlerce masum zalimler elinde paralanıp gitmiştir.
Aslında dilimde tüy bitti kelimelerinin de kaynağını
mesh nehrinden almadığı kesin. Zaten her şeyi açık
açık söylesek burada kimin talebe kimin hoca olduğu