Aniden verdiği bir kararla yönünü kendi köyü olan iki
ova uzaklıktaki yere doğru çevirdi.
Artık bütün hazineye kendisi sahip olmak istiyordu.
Eve vardı, heybeleri gizlice ahıra götürüp sakladı. Kalbi
çok hızlı atıyordu, elini yüzünü yıkayıp akşam yemeğini
yemek üzere sofraya oturmak üzereyken midesine
sanki bıçaklar batıp batıp çıkmaya başladı. Ve olduğu
yere düşerek acı acı feryad ediyordu. İşte o anda
aklından atınlar, mücevherat gibi tüm zengin olma
düşünceleri çıkıp gitmiş, can derdine düşmüştü. Bazen
bir bela bin nasihatten daha iyi ders verir adama.
Bunu, bu feryatlarını duyan köylüler eve geldiklerinde
ağzında sarı bir su gelmeye başlayan bu darda kalmış
kişiyi derhal köyün en yaşlısı olan, az biraz da hekimlik
bilen adamın evine götürdüler. O kişiyi inceledikten
sonra bu hal çok kötü.. Derhal iki ova ilerdeki köydeki
şahsa götürmemiz lazım, dedi. Bu tarif ettiği kişi ise o
hastalanan kişiye hazinenin yerini tarif eden kişiden
başkası değildi. Kimse kimsenin rızkına mani olamaz.
Neyse alelacele onu bu adamın yanına getirdiklerinde
hastanın hazineye yolladığı adam olduğunu görünce
gülerek şu sözleri söyledi.. Hangi güzel yüz ki toprak
olmadı hangi güzel göz ki yere akmadı. Bu laflara
hastayı getirenler pek mana veremeseler de biran
önce şifa için bir şeyler yapmasını rica ettiler. O da
dedi ki; siz hastayla beni yalnız bırakın ve gidin.
İnşallah sabah iyileşir.
Hasta ile baş başa kalan ihtiyar odadaki bir rafa doğru
yöneldi ve o raftan küçük yeşil bir şişe aldı. Bunu
gayet sakin bir şekilde birkaç kere salladı ve bir çorba
kaşığına dökerek ağrıdan, sancıdan yarı baygın şekilde
olan bu kişiye içirdi. Tadı galiba çok acı olmalıydı ki,
adam yandım anam diyerek gözlerini açtı. Açtı