Lala, aşık ve bağrı yanık bir kimse idi. Bana
acıyarak baktı ve gönül alan bir davranışla:
"Sende bu aşk ve heves oldukça, umarım ki
şair olursun." dedi. Ve şiir denilen bildiğimiz
söz olup, yalnız aruz vezinleri dedikleri
"failatün, mefâilün"lerin sesli ve sessiz-
lerinin uygun olmasını ve dizelerin sonunun
birbirine uygun olması gerekeceğini bildiği
kadar tanımladıktan sonra: "Madem ki şiire
hevesin var, önce yazacağın nazım, yomlu
(uğurlu) olsun diye Peygambere bir na't
olsun. Haydi, bu gece çalış. O yolda bir şey
yapıp yarın bana göster. Uymayan yerlerini
düzeltiriz. Böyle böyle sen de şair olursun."
dedi ve rediflerinin "yaresulallah" olmasını
salık verdi.
Ben o sevinç ile merdivenleri dört el ile
çıkarak odama koştum, kapıyı kapadım,
önüme bir tabaka kağıt koydum; hemen
kalemi elime aldım. Sanki zihnimde yığılmış
kalmış birçok şeyler yazacaktım. Düşün bre
düşün. Aklıma bir şey gelmez. Vezin, aruz