يلدب
ّ
لاإ تبثي لا ،ىلاعت لله
ّ
قح
ّ
يعرش مك
ُ
ل ح ريفكتلا
2
Yukarıda da değindiğimiz gibi bazı kişiler dinin aslı
ile imanın aslını birbirine karıştırmaktadır. Bu ayrımı bilmenin
tekfir ve tefsık konularında birçok faydaları vardır. Risalet
hüccetinden sonra Allah’ın iman etmemizi emretmiş olduğu
gerek haber cinsinden gerek amel cinsinden gerekse gaybi
konularda her ne varsa hepsi de imanın aslındandır. Buna
inanmayan bir kimse asla Müslüman olamaz.
Dinin aslına taalluk eden her şey risalet hüccetinden
sonra artık imanın da aslına taalluk etmiş olur. Ancak imanın
aslına taalluk eden her şey risaletten önce dinin aslından
sayılmaz. Zira bunları bir elçi haber vermeden akıl ve fıtrat
bulamaz. Tıpkı, cinlerin varlığı, meleklerin varlığı, cennet ve
cehennemin varlığı, ahiretin varlığı, öldükten sonra tekrar
dirilme; Nuh diye bir peygamberin varlığı vs gibi gaybi
şeylere dair haberlerin ve amellerin bilinmesi ancak bir elçi ile
mümkün olur.
O zaman cahiliye döneminde cennet ve cehennemin
varlığının bilinmesi, şeytanın, cinlerin ya da meleklerin
varlığının bilinmesi akıl ve fıtrat yolu ile değil önceki
peygamberlerden kalan haberlerin insanlar arasında yayılması
vasıtasıyla olmuş onlarda bunları duymuş ve itikad etmişlerdir.
Yoksa hiçbir kimse gayba ait bir şeyi fıtratı ile bildiğini iddia
edemez.
Allah Subahenhu ve Teala şöyle buyurmuştur.