Batı’da yapıldığı gibi ilim neden yapmadılar? Halbuki o bilimi felsefe üretmiştir. O
felsefeden hiç söz edilmedi, hiç savunulmadı ve yapılmadı. Çünkü o düşünme ile
yapılabiliyordu ve onu yapmak çok zor bir işti.
Müslümanlar Batı’nın biliminin, felsefe yapmadan yapılmasını savunuyorlardı.
Çünkü hazır bilimi almak hem kolaydı hem de Allah’ın ve dinin varlığına sorun
oluşturmuyordu ama felsefe Allah’ın ve dinin varlığını sorguluyordu. Fakat çağdaş
bilimi üreten felsefe, önce Tanrının ve dinin varlığını halletmiş ondan sonra bu
bilimi icat edebilmişti. Müslümanlar, İslam’ın statiklerini ve sınırlandırmalarını bir
türlü aşamamışlardı. Hem eskisi gibi din olacak hem de onu yok eden yeni bilim
alınacaktı. Bu ise imkansızdı. Nitekim halen de mümkün olmadı. Ya yardan ya da
serden vazgeçilecekti. Bunu haletmek, derin felsefe gerektirirdi.
“Batı’da filozoflar ve biliminsanları, Hristiyanlıkla boğuşup onu aştıktan
sonra bütün gelişmeleri icat edebilmişlerdi. Müslümanlar da bu işlemi
yapmak zorundadırlar.”
Asıl boğuşulması gereken dinin kendisi idi. Onun, çağın ürettiği teknik bilimsel
bilgilerle ve felsefe disiplinleriyle eleştirel e sorgulayıcı şekilde ele alınması
gerekirdi. Din ile boğuşmak; onu inkâr etmek için değildir. Çağdaş bilim ve
felsefe metotlarıyla din adı verilen fikir ve bilgi malzemesini elemek, elekten
geçenleri almak, geçmeyenleri ayıklamak içindir. Elekten geçemeyenler artık
kullanılamazlar demektir. Kullanılamayacak malzemeye kim para ve emek harcar
ki!
Atatürk
Çağımızda İslam, ancak, Atatürk’ün büyük isabetle belirlediği üzere, kişinin
tanrısı ile arasındaki ilişkide kalmaktan başka şansı yoktur. Onun dışına
taşırılacak olan her alan, çağımızda problem üretmekten başka hiçbir işe
yaramayacaktır. Çağımızın problemleri, İslam adı altında bin yıl önce
Müslümanların doğurduğu problemlerle ve çözümlerle çözülemez.
“Aksi takdirde Türkiye’de her gün içimizden bir yenisinin ortaya çıkıp
varlığımızı elimizden almaya çalışan, toplumsal boğuşma verdiğimiz dini
örgütler eksik olmayacaktır.”
Türkiye, bin yıllık tarihinde sebepler farklı olsa da sürekli olarak felsefi
düşünmeye baskı uygulamıştır. Selçuklularla 1055’te İslam adıyla başlayan bu
baskı, Osmanlı’da “gavurluk”, “zındıklık” ve “ehli bidat” gibi terminolojilerle
devam etmiştir. Atatürk getirmek istemesine rağmen, Cumhuriyet döneminde ve
halen çağdaş özgür düşünme öğretilememekte, üstelik çeşitli nedenlerle onun
üzerinde baskı uygulanmaktadır.
İslamcılık gibi, geçmiş hiçbir paradigma ile var olmak mümkün değildir.
İslamcılık gibi geçmiş şeylere yapışmak, çağdaş hazırcı avcı-toplayıcılıktır.
Artık avcı-toplayıcılık değil, icatçılık vardır.
Türkiye’nin, mevcut kafa yapısına sahip insan malzemesiyle, yapabileceği hiçbir
şey kalmamıştır. Bu çağın meseleleri, çağdaş kafasal meselelerdir. Eski kafa ile,
çağımızın meselelerinin üstesinden gelmek imkansızdır.