Bunu gören yabancılara, “yok efendim dinimiz şöyle barış ve huzur dinidir,”
apolojisine mahal kalmıyor. Yabancılar İslam’dan değil, Müslümanlardan
çekiniyor. Yani onlarda İslamofobi yoktur, Müslümanofobi vardır ve bu ezan
okunuş biçimi de bu kanaatlerine ulusal çapta delil oluyor.
“Ezanın okunuş biçimi, ülkenin kolektif din anlayışını dışa vurur.”
Müslümanların ve Türklerin akıl ve zihin çapı her geçen gün genişliyor. Her ne
kadar beşeri sistemli düşünme işlemi yaparak olmasa da, çağdaş gelişmeler olan
dış faktörler ya da fırtınalar sayesinde gelişiyor. Ezan gibi eski aygıtları ideoloji
olarak kullanmanın modası geçmiştir. Bu, günümüz Müslümanlarını dahi tatmin
etmiyor, ideoloji ihtiyacını karşılamıyor artık. Bunlarla kendimizi boşuna
avutmayalım. Bir an önce düşünür yetiştirip fikirleri ve teorileri olan çağdaş
ideoloji üretmek zorundayız. Yoksa toplumumuz, tanınmaz hale gelmeye doğru
hızla gitmektedir.
Dini, ideoloji olarak kullananlar, insanlık entelektüel piyasasında değer bulacak
eserler üretemeyenlerdir. Aslında böyle eserler üretemeyenler, dini, ideoloji
olarak kullanırlar, böylece değersizliklerini, en azından kendi aralarında dahili
olarak teselli ederler. Dahili değer biçme, insana insanlık çizgisinde değer
kazandırmaz. Mesela insanlık nazarında değeri olan bir sanatsal mimari eser
üretemeyenler, Kabe gibi sembollere sanal ilahi yüksek değer atfederek,
değersizliklerini teselli ederler. Ama hiçbir sanallık, gerçeğin yerini tutmaz.
Absürdizm (saçma, uyumsuz)
İlk çıktığında Absürdizm; bir yaratıcının yokluğunda, insanlığın evrende bir anlam
bulmasının imkansızlığını söyleyen felsefe akımıdır. Fakat günümüzde tanrıya
dayalı olduklarını iddia eden ülkelerde her türlü ahlaki kirliliğin mevcut olması,
tanrıya dayalılığın absürdizm olduğunun en önemli göstergesidir.
“Din, ideoloji yapılınca kirlenir ve işlevini kaybeder hatta kirli ürünler üreten işlev
görür.”
“Bir ülkede yoğun dinsellik empoze edilmesine rağmen kirlilik kol geziyorsa
bunun tek nedeni vardır; orada dinin, ideolojileştirilmiş olmasıdır.”
Diyanet Başkanlarının Durumu
Kilise Papaları, Batı’da XV. asırda ortaya çıkan Rönesans ve ona dayalı olarak
XVIII. asırda doğan Aydınlanmanın ürünü bilim adamlarının ve filozoflarının bilgi
ve fikirlerinin okur-yazar olmayan geniş halk kitlelerine nüfuz etmelerini
önlemeye çalışmışlardır. Çıkarlarını sürdürebilmek amacıyla, bu kitlelerin, dini
inançlarına düşkünlüklerini istismar ederek, sadece avam düzeyindeki geçmişte
kalmaya yüz tutan dinsel popüler simgesel ritüel uygulatarak, çağdaş
ussallaşmalarını önlemeye ve yeni gelişmelere karşı direnmeleri için mistik
düşünmede kalmaları için çalışmışlardır. Neticede o halk kesimlerinin ayıklanıp
gitmelerine neden olmuşlardır. Fakat yeni gelen insanlar, çağdaşlığa ayak
uydurmaya çalışmışlar ve bugünkü Batı’yı üretmişlerdir.
Son dönem Diyanet başkanlarının, özellikle profesör olmalarına rağmen, Batı
Ortaçağının engizisyonu resmi Kilise Papalarının oynadıkları rolü oynadıkları
görülmektedir. Dini konularda çağdaş kuramlar ortaya koyamıyor, toplumu
çağdaş anlamda aydınlanmaya ve ileri götüremiyorlar. Bu konuda birazcık da olsa