Yeni Vizyon Fanzin 3. Sayı

(Yeni Vizyon Fanzin) #1

Knockin’ On Heavens Door


Aradan dört sene geçmişti, ne adımı ha-
tırlıyordum ne ailemi. Kimliğimi kul-
lanmam gereken hiçbir devlet dairesine
girmedim, acil servislere, emniyete, ad-
liyeye, otogarlara; hatta sözleşme imza-
lamamak için iki odalı loş bir varoş ki-
ralayıp ara sokaklardan, sapa yollardan
buldum hep azgın Karadeniz’in sahille-
rini. Yaşlı ev sahibine her ay yüz yirmi
beş liralık kirasını verip ortadan kaybol-
dum hep. Yirmi altı yaşıma geldiğimde
rastgele elime geçen ortalama bir edebi-
yat dergisine iki ay üst üste PTT şube-
sinden yazı yolladım, el yazısıyla, üzeri
karalanmış, mürekkebi akmış bir üslup-
la. Üçüncü ay üslubuma sayfalarında
yer verdiklerini öğrendim; takma bir
isim, bu ismi kendim koydum kendime;
Barbaros Galip.


Sonrasında geçen aylarda düzenli olarak
yeni yazılar gönderdim, onlar da şubede
bekletilmesi ve şahsıma teslim edilmesi
için bir zarf. Her ay zarfın içinden çıkan
doksan lirayı ilk birahanede ezip, bileği-
min hakkıyla kazandığım bir hayatın
yalanına inanarak, bilhassa gaip bir
adam olarak yeni aylar, yeni yıllar dol-
durdum. Her şey böyle iyi giderken Or-
han ile tanışmam ise bir Aralık ayına
rast geldi...


Hiçbir irtibat imkanı bırakmadığım için,
dergi çalışanları her ay yayımlanan ya-
zılarımı okuyup, “Benimle tanışmak,
belki kırık bir masada rakı, belki karan-
lık bir sokağın soğuk taştan kaldırımla-


rında iki şişe şarap içmek istediğini”
ileten Orhan'dan bahsetmişlerdi o ayki
ödeme zarfının içinde küçük beyaz bir
not kağıdında. Eskiden kalma bir alış-
kanlığı hatırlayıp çok geçmeden cevap
yazabilirdim eğer Orhan değil de bir
kadın olsaydı, beklemeyi seçtim ve bir
sonraki ay gönderdiğim postanın içine,
“Yirmi iki Aralık, öğleden sonra saat
dört ve altı arası onu Samsun otogarında
bekleyeceğim” gibi kısa bir not iliştir-
dim... O gün geldiğinde ise saat beşi on
geçe İstanbul arabalarının önünde do-
lanmaya başladım; kimin nereden gele-
ceğini bilmiyordum, fakat hiçbir Ana-
dolu çocuğuna garip gelmezdi benim
yazdıklarım, “olsa olsa İstanbul bunalı-
mı yaşayan biri olmalı" diye geçirdim
içimden. Artık yedi olduğunda ise gel-
diğimden beri retro gözlüğünü hiç çı-
karmayan, ara sıra kitap sayfaları karış-
tırıp serçe parmağı genişliğinde sarma
tütün içen genç adama yaklaşıp ateş is-
teme bahanesiyle adını sordum.
İki hafta kaldı yanımda; İTÜ Fizik me-
zunu, fevkalade zeki ve esprili, benle
aynı boylarda, beyaz tenli ve sağlıklı bir
kafa yapısı olduğu her halinden belli,
rakıyı fazla içemeyen ama bira şişelerini
ardı ardına masaya dizip, benim de sev-
diğim şiirleri güzel bir üslûpla okuyan,
sıcakkanlı ve naif biriydi Orhan. Ona
alışmam kolay olmamıştı, girdiğim so-
kaklara ve sapa yollara ayrıntılarla bakı-
nırken neden yaşadığımı tekrar sorgula-
tıyordu bana. Kadınları, üniversite ya-
Free download pdf