İşçi/emekçi değil; patron tektir. Halk değil; kral tektir. Askerler değil;
komutan tektir. Halkın evleri/ gecekondular değil; saraylar, villalar
marjinaldir.
Onlar sihir yaparak gariban halkı kandırırlar. “Kavmin zenginlikten
şımarmış ileri gelenleri” tarih boyunca hep kendi korkularını kitlelerin
korkusuymuş gibi lanse etmişler, kendileri azınlıkta olduğu halde “tek
çeşit yemeğe” çağıranları azınlıktaymış gibi göstermişlerdir.
Sorarım size bugün Türkiye’de “tek çeşit yemeğe” katlanan mı çok,
yoksa bir eli yağda bir eli balda, Boğaz’da piposunu tüttüren mi çok?
İşçi/emekçi mi çok patron mu çok?
Halk mı çok iktidar ve servet sahipleri mi çok?
Kaç kişi bu tuzu kurular? Topu topu 12.020 aile!
Geniş halk kitlesi işte böyle, o zamanda, Ebuzer gibi “tek çeşit yemekle”
yaşıyordu.
Tuzu kuruların sayısı o zaman da azdı, bunun çok çok altındaydı. Fakat
toplumsal servetin % 76’sı onların elindeydi. Memleket bir avuç zadegânın
şahsi mülkü haline gelmişti.
Bu durumda Ebuzer geniş halk kitlelerinin sesi, soluğu ve nefesi oldu.
Bir avuç saray çevresi onu marjinalleştirmek istedi. Yalnız, tek diyerek
sanki kendileri çoğunluktaymış gibi gösterdiler. Ebuzer gibilerinin sesini
şeytanlığın ve şarlatanlığın her türlüsünü deneyerek bastırdılar, onun için
sanki tek başına kalmış gibi göründü.
Kim yalnızdı?
Saray mı yoksa şehrin etrafını sarmış gecekondular mı?
Bir avuç saray erkanı mı milyonlarca halk mı?
Halkın (ümmetin) çoğunluğu o gün de “tek çeşit yemekle” yaşıyordu.
Saray çevresi, malcılar, mülkçüler azınlıktaydı. Tarihin her döneminde de
böyledir. Ama onlar tehlikenin neredene geldiğini bildikleri ve kitle iletişim
araçları ellerinde olduğu için “tek çeşit yemeğe” çağıranları
azınlıkta/marjinal/uç gibi gösterirler.
Size söyleyeyim: Musa aralarından ayrılınca buzağıya tapanlarla,
Muhammed aralarından ayrılınca mala tapanların durumu aynıdır.
Daha geçen gün Kabe’nin örtüsü değiştirildi. Üzerinde 120 kilo altın olan
ipek kumaştan yapılmış yenisiyle örtüldü. Eskisi ziyarete gelen devlet
başkanlarına (tuzu kurulara) parça parça hediye ediliyor. Ebu Cehil de
Kabe’nin örtüsünü böyle altın işlemeli örtülerle değiştirirdi ve bununla
övünürdü.
Kabe’nin içindeki putlar yıkıldı, evet. Ama tıpkı Musa gibi Peygamberimiz
de aramızdan ayrılınca Samirîler yeni putu dikti. “Bizim asıl tanrımız
zaten buydu, Muhhammed onu unuttu” dediler. Tıpkı Harun gibi
Ebuzer de yapmayın, etmeyin dedi ama sözünü dinletemedi.
Putu diken halk değildi; Samirî idi!
O halkı kandırdı, buzağıyı süslü gösterdi, “Allah nimetlerini kulları
üzerinde görmek ister” dedi, “Güçlü olmamız lazım” dedi, “Aç
kalırsınız, üşürsünüz, tedavi olamazsınız” dedi. Halkın zaaflarını
istismar etti, zaten hep böyledir...
“Küresel Samirîler” de hep buradan girmiyorlar mı?