- yüzyılda yaşanmış bitmiştir ve biz o çağlarda yoktuk. Fakat Kur’an’ın
realite ile uyumu örneğin “Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı
gömüldü?” sorusudur. Çünkü bu o günkü realitede görülen ve bugünkü
realite ile de uyumlu olan bir sorudur. Nice kız çocuğunun hayatı hala diri
diri mahvedilmiyor mu? Gelecekleri karartılmıyor mu? Uyuşturucudan
tutun, fuhuş mafyalarına kadar nice kızın hayatı söndürülmüyor mu?
Realite ile uyumluluk derken bunu kastediyoruz.
Bu nedenledir ki İslam’ın bir gerçek hayat dini, Kur’an’ın da bir gerçek
hayat kitabı olduğunu söyleyip duruyoruz. Buna uymayan İslam ve Kur’an
yorumları ile yüzleşmeye girişiyoruz.
Demek ki biz adı Gerçek, Hak, Adalet olan bir saygınlığa ve yüceliğe
(Cenâb) inanıyoruz.
Hal böyle olunca yeryüzünün en “gerçekçi” insanlarının Müslümanlar
olması, dahası gerçekçiliği onların insanlığa öğretmesi gerekmiyor mu?
Çünkü Tanrılarına “Cenâb-ı Hakk” (Büyük, Yüce Gerçek) diyorlar...
Hal böyle olunca yeryüzünün en hakka hukuka riayet eden, hak
konusunda kılı kırk yaran insanlarının Müslümanlar olması, dahası hakkı ve
hukuku onların insanlığa öğretmesi gerekmiyor mu? Çünkü Tanrılarına
“Cenâb-ı Hakk” (Büyük, Yüce Hak) diyorlar...
Hal böyle olunca yeryüzünün en adaletli insanlarının Müslümanlar olması,
dahası adaleti onların insanlığa öğretmesi gerekmiyor mu? Çünkü
Tanrılarına “Cenâb-ı Hakk” (Büyük, Yüce Adalet) diyorlar...
İslam inancının mihverinde bunlarr olduğuna göre, tepeden tırnağa bütün
dinin bu bakış açısı ile ele alınması, yaşanması ve insanlığa öylece
sunulması gerekmiyor mu?
Fakat heyhat!
Yeryüzünün neredeyse en “gerçeklikten” (tarihten, hayattan ve tabiattan)
kopmuş, hak, hukuk ve adaletten bihaber milletleri Tanrılarına “Cenâb-ı
Hakk” diyenler...
Kalkmış “gavur” dedikleri milletlerden “gerçekçilik” (realizm) öğrenir,
onlardan hak, hukuk, adalet dilenir hale gelmişler.
Yetmiyormuş gibi “Nereye gidiyorsunuz? Siz “Cenâb-ı Hakk’a” inanmıyor
muydunuz? Demek inandığınız başka bir şeydi ya da galiba aslında
inanmıyorsunuz. Gelin “Cenâb-ı Hakk’a” (gerçeğe, hakka, adalete) adam
gibi inanalım, yaşayalım ve yaşatalım...” diyenleri de, Batıdaki realizmden
etkilenmekle, modernist mülahazalar içinde olmakla suçlamazlar mı?
“Ne sırıtıyorsun, anlattığım senin hikayen” demiş şair...
Ben de diyorum ki: “Neden şaşırıyorsun, anlattığım senin iddian, davan:
Cenâb-ı Hakk; Gerçek, Hakk, Adalet...”
Buna inananın doğrudan doğruya gerçekçi olması; tarihe, hayata ve
tabiata yaslanması gerekmez mi?
Buna inananın dininin direğinin doğruluk, dürüstlük, hak, adalet olması
gerektiği gayet normal değil mi?
Buna inananın “En büyük günah kul hakkı yemektir” demesi son derece
doğal değil mi?
Merkez öyle olunca periferinin de böyle olması gayet tabiî değil mi?