olduğunu bilmemektedir. Çünkü cehl üzeredir. Keza Allah’ın mülkünden
(su, ateş, toprak, maden, gıdalar, altın, gümüş, bitki, sığır, koyun vs.)
kimi emvâl (mallar) ve egvât’ı (kuvvet kaynaklarını) zimmetine geçirip
bunu insanlardan saklamanın, kaçırmanın, temerküzün/kendine
biriktirmenin (kenz), geri vermemenin, onunla insanlar üzerinde
hegemonya kurmaya kalkmanın zulm olduğunun farkında değildir. Ne
deniyordu: “Hiç şüphesiz insan çok cahil ve zalimdir.”
Münafıklar onun için emanete hıyanet edenlerdir. Yani Allah’ın mülkünden
aldıklarını vermeyenler, infak etmeyenlerdir. Tıpkı bir devlette, hazine
memurunun zimmetine para geçirmesi gibi... Böyle birisine ne diyoruz:
Hırsız, yolsuz, hortumcu! Peki, Allah’ın mülkünden çalana, çit çevirene,
kendine yontana ne demeli?
Demek ki...
Allah’ın mülkü/ülkesi (yeryüzü) kişisel zenginler üretme çiftliği değildir.
Bilakis zenginlikleri eşitçe dağıtma, bölüşme, paylaşma, barış, adalet ve
kardeşlik yurdudur. (Dârusselam). Burada herkes kendi “kısmetine”
(bütünden eşit pay) razı olarak, “nasibine” (bütünden kendi ihtiyacı
kadar) düşene razı olarak yaşayacaktır.
“Takdir”, “kısmet”, “nasip”... Bunların hepsi Allah’ın ülkesinin
(yeryüzü) aslında eşitlik ile ilgili ekonomi-politik/metafizik kavramları...
Kültürümüzün derinliklerine işlemiş ama sinirleri alındığı, içi boşaltılıp
tapınak dili haline getirildiği için haberimiz yok. Kelime köklerini tek tek
araştırdım, müthiş eşitlikçi anlamları var. Başka bir gözle bakınca fark
ettim. Hepsi de Allah’ın dağıtımında (taqsîm/qısmet) kişiye düşen
(isâbet/nasîb) bütün içindeki eşit pay, hisse, ölçü (taqdir) anlamına
geliyor. Gayet paylaşımcı ve “kamucu” kavramlar...(bkz. el-Furûk fi’l-
Luğa, Ebu Hilal el-Askeri, İşaret, ist., 2009. s. 234-259)
Demek ki...
Mülkiyet bir hak değil; görevdir!
Görev (emanet) ise ehil olana verilir. Ehil olmanın birinci şartı ise mülkiyeti
(emaneti) kendine yontmamak, emanet olarak verilmiş kamu (Allah/halk)
mülkiyetini özel mülkiyete çevirmemek, ihtiyacından fazlasını infak
etmektir.
Yeryüzünü Allah’ın ülkesi, kendinizi de bu ülkede görev verilmiş birisi
olarak düşünün...
Size görevinizi yerine getirmek için yetki, rütbe, makam, mal ve para
veriliyor. Bunları şu amaçlar için kullanacaksın deniyor. Hiç birisi sizin
değil. Size sadece geçiminiz için gerekli maişet (maaş) veriliyor. Kimseye
de muhtaç edilmiyorsunuz.
Fakat siz ne yapıyorsunuz?
Emaneti hibeye çeviriyorsunuz. Bütün bunları zimmetinize geçirip özel
amaçlarınız için kullanıyor, kendi zenginliğiniz için biriktiriyorsunuz.
Karşınıza bir İbrahim çıkınca da size mülk verildi diye onunla Rabbi
hakkında tartışıyorsunuz.
“İhtiyacından fazlasını ver”, “O mallarda isteyenlerin (sâilîn) ve
mahrum bırakılanların (mahrumîn) hakkı var”, “Onları zenginler
arasında dolanıp duran bir devlet haline getirme”, “Allah onları
isteyenler için eşit şekilde bölüşülüp dağıtılsın diye yarattı.” diyene
arzum
(Arzum)
#1