“Kendisine mülk verilen kişi” yani iktidar ve mal sahibi kişi, içinde
dinmek bilmeyen aşağılık kompleksini bu yolla tatmin ettiği için sürekli
olarak iktidar ve mal (mülk) peşinde koşuyor. İktidara ve mala (güce)
adeta tapıyor. Kendinden güçsüze Nemrud olurken, kendinden daha güçlü
görünce donakalıyor. Onun için İbrahim’e “İstesem seni şu an yaşatır
veya öldürürüm; güç bende” derken, “Allah güneşi doğudan getirir,
sende batıdan getir bakalım” diyen bir “daha güçlü” görünce
donakalıyor.
“Donakalmak” aslında daha güçlü görünce tırsmak, güçsüze Firavunken,
daha güçlü görünce köleleşmek anlamına geliyor. Bu anlamda güç
hegomonda temel değer olduğu için ya gücüne taptırıyor, ya da güçlüye
tapıyor. Güçlüye tapması, ondan daha güçlü hale gelinceye kadardır.
Çünkü girdiği tüm ilişkiler hegomoniktir. Ya kendi hegomonyasına kölece
itaat bekler, ya da kurulu hegomonyaya, kendisi hegomon oluncaya kadar
kölece boğun eğer.
Hegemon veya otoriteryen kişiliğin altında yatan Alfred Adler’in “aşağılık
kompleksi” dediği şeydir. Adler’e göre psikiyatrik bir hastalıktan çok
psikolojik bir durum olan aşağılık kompleksi, kişide hegomon davranışlar
ve çabalar şeklinde belirir. Yani aşağılık kompleksini, üstünlük kompleksi
şeklinde gidermeye çalışır. Her üstünlük kompleksinin altında mutlaka bir
aşağılık kompleksi yatar. Üstünlük mal ve iktidar ile sağlanacağı için de
hegomon karakter ona yönelir.
Demek ki “Beni ateşten onu çamurdan yarattın; ben ondan
üstünüm” iddiasının altında, derin bir aşağılık kompleksi yatmaktadır. Bu
kıyaslamayı “Ben zenginim, o yoksul, ben beyazım o zenci, ben Türk’üm o
Kürt, ben erkeğim o kadın, ben batılıyım o doğulu ...” vs. şeklinde de
okuyabilirsiniz. Bunların hepsinin altında aşağılık kompleksi yattığını
anlamak için fazla zorlanmaya gerek yok. Bir yanımızdaki mağlubiyeti
(güçsüzlüğü), diğer yanımızla galibiyete (güce), bir yanımızdaki
aşağılanmayı diğer yanımızla üstünlüğe çevirmeye çalışıyoruzdur.
Onun için hegomonik ilişki boyuna güçsüzken güç yüceltisi, güçlüyken
güçsüz aşağılaması üreten bir totoloji (anlamsız tekrar) oluyor. Oysa
olması gereken güçlü-güçsüz (yöneten-yönetilen, efendi-köle, zengin-
yoksul, zenci-beyaz vs.) üreten mekanizmanın (mülkün) tabiatını ve
onunla ilişkiyi sorgulamaktır.
Görüldüğü gibi mülk, esasen iktidar ve mal sahibi olma etrafında dönüyor.
Çünkü bu ikisi arasında kopmaz bir bağ var. İbn Haldun şöyle der;
“İktidar mala, mal iktidara götürür; bu ikisine mülk denir.”
Günümüzde buna iktisat ve siyaset (ekonomi-politik) deniyor.
Kur’an’ın ilk Mekkî ayetlerinde mülkün (mal ve iktidarın) yani ekonomi-
politiğin mal (servet, zenginlik) boyutu öncelenerek ele alındığını
görüyoruz. Hatta işe onunla başlanıyor. Örneğin daha ilk surede istiğna ile
tağutluk arasında ilişki kuruluyor: “İnsan mal ve servet zenginliğini
kendine yeterli görünce tağut olur” (Alak; 6-7). Mekkeli tefeci
bezirganlardan bahsederken hep “tuğyan etmek/tağut olmak” fiili
kullanılıyor. Bahçe sahipleri “Biz zalimleştik” diyorlar. “Tağut ile