Kuran Kıssalarından Ne Anlamalıyız

(Arzum) #1

ona bir şey olmaz; altın, gümüş, servet, iktidar, zenginlik bize yeter’
diyerek kendini müstağni görürse bilsin ki her nefis ölümü tadacaktır.
Dünya kimseye kalmadı, herkes ölecek ve Allah’ın huzuruna gelecektir. Bu
nedenle ey insanlar kimseye Rab/ilah gibi davranmayın, Allah’tan başka
Rab/ilah yoktur!
Ve siz ey zenginliğini kendine yeterli görerek altın ve gümüşle
korunduğunu, güvende olduğunu sanan, görkemli binalara, devasa
ordulara ve zırhlı araçlara sahip modern bedenler! ‘Yeryüzünün
Tanrılarıyız, İlahlarıyız, Rableriyiz’ diye efelenmeyin! Sizin de sonunuz
budur! Siz de ölür, altınla korunmuş bedenleriniz ibret-i alem için yerlere
serilir, su kenarlarına atılır. Altını ve gümüşü Firavunlar gibi bedeninizi
koruyan zırh gibi kendinize saklamayın... Her şey fanidir, baki olan sadece
Allah’ın vechi (yüzü/zatı/kudreti) dir...


Görüldüğü gibi ayette geçen “beden” kelimesinin Yunan felsefesindeki ruh-
beden ikilemi ile alakası yoktur. Nitekim Kur’an’ın hiç bir yerinde ruh ve
beden kelimesi bu ikilemde kullanılmaz. Ruh maddi (hava) veya manevi
(vahiy) canlılık veren şey, beden/budne de büyüklük, irilik, devasalık veya
koruyucu zırh anlamındadır. Yukarıdaki iki tefsir her ikisine de uygundur.
Nitekim eski müfessirlerin çoğu da yukarıdaki yorumların benzerini
yapmışlardır. Örneğin dil alimlerinden Leys beden kelimesinin zırh demek
olduğunu söylemiş, İbn Abbas da “Firavun’un üzerinde sayesinde tanınıp
bilindiği altın bir zırhı vardı. Allah onu tanınıp bilinsin diye sudan bu zırhı
ile çıkardı” demiştir (Razi, Mefatuhu’l-Ğayb, c.12, s. 464).
Meselenin Kur’an metni ve tefsiri açısından durumu bundan ibrettir.
Müzedeki cesedin ise bir köylüye ait olduğunu, dünyanın değişik
müzelerinde böyle bir çok mumya ceset olduğunu (Ki mumya çok eski bir
mezar ve ölü kültürüdür. Rusya’da Lenin’in cesedi de mumyalıdır)
Firavun’a ait olmakla alakasının bulunmadığını, bunun bir “şehir efsanesi”
olduğunu yazının girişinde aktarmıştım.


Gelelim kıssadan (yazıdan) hisseye...
Batıda bir bilimsel buluş ortaya çıktı mı, biz hemen “Kur’an bunu 14 asır
önceden haber vermişti” diye böbürleniriz. İmanımız batıdaki bilimsel
buluşların Kur’an’da haber verilmiş olduğuna dayanacaksa yandık
demektir.
14 asır önce bu tür buluşlardan hiç haberleri olmadığı halde imanları ile
dünyayı sarsan sahabeler, acaba, Firavun’un cesedini müzede mi
görmüşler veya tatlı su ile tuzlu suyun birbirine karışmadığını keşfeden
Kaptan Custo’yu mu dinlemişler ya da petekte Allah yazıldığını görüp de
mi sarsmışlar dünyayı?
Tabiî ki Allah’ı tarihin bütün yelpazesinde, hayatın tüm mecralarında ve
tabiatın her zerresinde görmüşler. Külliyen varlığı Allah’ın ruhu/nuru
olarak kavramışlar. Onunla her zerrede ilişkiye geçmeyi Allah ile ilişkiye
geçme olarak anlamışlar.
Oysa biz de öyle mi?
Cesetler (mezarlar) yetmez, illa Firavun’un mumyadan cesedini görmek
isteriz.

Free download pdf