Dünyanın mes’ut insanlarından biri, tabiî ömrünün sonuna
erdi; Abdülhak Hâmid.
Hâmidi kaybettik diye soğuk ve basmakalıp acınma
klişelerile gazete sayfalarını donatmağa lüzum yoktur.
Hâmid yaşadı, vereceğini verdi ve nihayet:
Zevk yok gecesinde, gündüzünde,
Ben neyliyeyim bu yer yüzünde!
diye hayata gözlerini kapadı. Ölümünden birkaç saat evvel
edip arkadaşımız Bay Fazıl Ahmede irticalen söylediği ,bu
son nazmı da anlatıyor ki o artık zevk bulamadığı yer
yüzünde daha fazla kalmayı doğru bulmamış ve hiç ıztırap
çekmeden tatlı bir uykunun müntehasına kavuşmuştur.
Hâmid fesat ve sukut devrinin faziletleri tepen kara cehli
içinde doğmasına rağmen temiz bir aile muhitinde yetişmiş
ve sonra kendisine daima gülen kader ve tesadüflere
kodlarını vererek İngillterede, Hindistanda, Belçikada,
Pariste refah içinde yaşamış, sevmiş, hem de ihtirasla
sevmiş, hayatın maddî ve hattâ mânevi iztıraplarile kalbini
yormadan zevk ve haz tada tada yaşamış bir insandır.
Dikkat edilirse sevdiği vücutlerden birine ait olarak yazdığı
«Makber» in mısralarında bile samimî bir kalp ağrısından
ziyade fildişi üzerine pek san’atkârane nakşedilmiş
musanna birtakım, hendesî şekilller görülür. Nitekim
inanışları, felsefesi de ayni musanna kalıpların içinde
kalbolmuştur. O gökgürültülerini andıran kelime musikisi
içinde Hâmidin ruhunu ve tefekkür mihrakını işitmez ve
görmez oluyoruz.
Buna rağmen Hâmid kendisine verilen şairi âzamlık
pâyesinin ehlidir. Onun büyük bir dimağ olduğu
muhakkaktır. Ve Türk edebiyat tarihinde başlı başına bir