yansıtmış ya da sadece tasavvuf erbabı bunlardan sorum-
luymuş şeklindeki ön yargıyı kırarak başarabiliriz. Apak
(2010, s. 68)
Peygamberimizin insanî yönünün ön plana çıkarılması ile
ilgili şunları söylemektedir:
“Allah Resûlü’nün (s.a.v) anlaşılmasında onun insanî
yönünün ön plana çıkarılması demek, ilahî tarafının,
gösterdiği mucizelerin geri plana alınması, kısacası onun
risalet yönünün ikinci derecede değerlendirilmesi anlamına
gelmez.”
Bu durumun sadece Peygamberimizin gösterdiği mucizeler
için değil, diğer tarihi, dinî şahsiyetlerin gösterdiği keramet
adı verilen olgular için de geçerli olduğu düşünülebilir.
Ahmed Yesevî yaşadığı coğrafyada milletinin gönül dilini
anlamış ve bu lisan ile konuşmuştur. Arap, Fars dili dünya-
sından değil, Türkistan’ın en ücra köşelerinde ip eğiren,
maniler söyleyen ak saçlı anaların apak diliyle tüm Türk
dünyasına bu gönül lisanını öğretmiştir.
Yesevî’nin dili temiz Türkçe olsa dahi onun hikmetlerini
çorak bir toprağın suyu emmediği gibi gönlümüzün üstünde
tutarsak tıpkı geçip giden günleri anlayamadığımız gibi bu
hikmetleri de anlayamayız. O sözleri özümsemeli, gönlü-
müzde filizlendirmeli, ardından tüm bunları günlük hayatı-
mıza uyarlayarak amel hâline getirmeliyiz.
“Bilinçsiz âlim amel etmeden yolda kalır,
Okuyup anlamaz, dünya malını ele alır,
Bencillikten bilinçsiz ömrünü zayi eder,
Kalpte Hayy zikrini söyleyin dostlar”
(Zeybek, 2014, s. 305).
68