yollarından, nefsin karanlık odalarından geçtiğini bilmemiz
gerekir. O hâlde olağanüstülükler beklemeye gerek yoktur.
- Ahmed Yesevî’nin Gözünden “Dünya”
“Dünya” kavramı tasavvuf geleneğinde önemli bir yere
sahiptir. Bu gelenekte bahsedilen dünyayı sadece içinde
bulunduğumuz, yaşamsal faaliyetimizi sürdürdüğümüz
gezegen olarak algılamak, son derece yanlıştır. Dünya
kavramı tasavvufta insanı iyi işler yapmaktan alıkoyan her
türlü faaliyet için de kullanılmaktadır. Dünya hayatı
Kur’an’da bir oyun, eğlenceden ibaret görülür (En’am
6/32). Bu ayette, hayatı anlamlı ve değerli hâle getiren
şeylerin Allah’ın rızasını kazanmayı ve O’na yakınlaşmayı
umarak yapılan hayırlı işler olduğu anlatılır (Diyanet İşleri
Başkanlığı, 2006, s. 394). Tasavvufta dünyaya bağlılık, afet
olarak tanımlanır. Ona bağlanmak afet olarak görülmüş;
ancak bununla birlikte dünyanın bir ihtiyaç, dünya için
çalışmanın farz olduğu da hiçbir zaman göz ardı
edilmemiştir (Erginli, 2014).
“Ey habersiz Hakk’a gönül yürütmedin,
Dünya haram, ondan gönül soğutmadın,
Nefisten geçip Allah’a doğru yönelmedin,
Bu nefis için ağlamaklı ve şaşkın oldum ben işte”
(Yesevî, 2015, Hikmet: 11).
Dîvân-ı Hikmet’te ve çoğunlukla tasavvuf edebiyatında,
dünya derken sözün kelime anlamı da kastedilmektedir. Bu
kelime ile adi, aşağılık işlerden bahsedilir. Yaşamakta
olduğumuz dünya ve bu dünyaya verilen değer ayrı bir
konudur. Dünya denilirken kastedilen ve terk edilmesi
istenilen, insanı aşağı düşüren işlerdir. Ahmed Yesevî’nin
yolunda olanlar, hayatın içinde olmalı, üretmeli, kazanmalı
ve kazandığını gariplere, yetimlere dağıtmalıdır (Zeybek,
2014, s. 245).