ONA DAİR
YETİŞ YUNUSUM YETİŞ
Bir gece yolculuğuna başlıyordum. Bir yayla kentinin uzak
tren istasyonunun çimenlerle kaplı kırlığında, söğüt
ağaçlarının karanlık yeşilliğine giriyordum. Vakit gece
yarısına erişmişti. İstasyon kahvesinin tahta iskemlelerinde
üç-beş garip yolcu idik. Bir düşüncenin uzak denizinde,
tenha dağ yamaçlarından dizeleri alıp, görüntüler içinde
yürüyordum. Tek başıma idim. Arkadaşım yoktu. Öbür
insanlar da susuyorlardı. Akşamki rüzgâr başını alıp
gitmişti. Gümüşe vuran söğüt ağaçları karanlığın kıyısında
bir çizgi gibi duruyorlardı. "Ben yalnız kalmak istemiyorum"
deseniz bile, "sen yalnızsın" diyen istasyonun sarı
lambaları, üşüyen kanepeleri ile sizi başbaşa bırakıyordu.
Saatim gecenin on ikisini geçiyordu. Tren ikiden sonra
gelecekti. İki uyku arasında idim. Öyle zayıf bir ışık altında
oturuyorduk ki, kitap okuyamazdınız. Paslı demir gibi so
ğuk bir yayla rutubeti, iyice sarmaya başlamıştı bizi.
Heybeli köylüler uykularına yaslanmıştılar. Kömür cürufu
dökülmüş istasyonda dolaşmaya başladım. Biraz
uzaklaşınca, istasyonun umutsuz karanlığını geride