ancak altıda, yedide birine indirir. Halbuki o, kırk, elli mısra
ile bize gelmeği tercih etmiştir. Ve bu kırk, elli mısra, tarih
ve zaman fikrine meydan okuyan mısralardır. Bu mısralarla
şair, devrinin ötesinde her zamanın dili ve zevkiyle ve
şüphesiz her nesil ve her hayat görüşü için konuşur:
Ben giderim yana yana
Aşk boyadı beni kana
***
Elinde asası hurma dalından
Yemen ellerinde Veysel Karanî
***
Ölümden ne korkarsın
Korkma ebedî varsın
gibi beyit ve mısraları hangi devre sokabilirsiniz? Onlar
kendi üstünde toparlanmış türkçenin her zaman için taze
çiçeğidirler. Hayatının öbür hususiyetleri de böyledir.
Ondan bahsedilirken Barak Baba, Tapduk Emre, Hacı
Bektaş, Sarı Saltuk gibi bir yığın insan adına sık sık
rastlarız. Bugün bunlara Şeyh Ebülvefa'nın adı da katıldı.
Yarın şüphesiz daha birçok adlar gelecek ve biz bu
yumuşak ruhlu dervişin halkası olduğu bütün geleneği
öğreneceğiz.
Fakat ne çıkar? Hiç biriyle onun şiirini izah edemeyiz. Hiç
bir sözü dilimizde bir sevgi ve ruh rüzgarı gibi esen,
birdenbire türkçenin ortasında saf altın gibi külçelenen ve
gülen bu mucizeye bir sebep veya başlangıç gibi
gösterilemez. O daima tek başınadır. Eğer muhakkak bir
kalabalığa katılacaksa, bu kalabalık şüphesiz kendisinden