OSMANLI ve MODERNLEŞME
Osmanlı; moderniteyi doğuran Avrupa’da bin yıl süresince gelişerek yaşanan
Rönesans, Hümanizm, Dinde Reform, Aydınlanma, Burjuvazi, Kapitalizm ve
Endüstri Devrimi gibi düşünsel aşamaları geçirmeden modernleşmeye girişti.
Avrupa’da değişimler, filozoflar tarafından çağdaşlaştırılan tabandan ve
toplumdan yani aşağıdan yukarıya doğru dikey yapılırken Osmanlı’da bizzat siyasi
iktidarlar ve elitler tarafından yani yukarıdan aşağıya doğru dikey yapılmaya
başlandı. Batıda gelişmeler kafa ile yapılırken, Osmanlı’da el, kol ve ağızla
yapılmaya çalışılmıştır.
Osmanlı’da modernleşmeye ilk olarak; padişah III. Selim (1789-1807) ve II.
Mahmut (1808-1839) tarafından askeri alanda yeniliklere başlandı. Onlardan
itibaren de sürekli yenileşme çabaları gösterilmiştir ama ne yapıldıysa olmadı,
halen de olmuyor. Çünkü Osmanlı da bugünkü Türkiye de modernleşmeyi,
yenileşmeyi doğuran rasyonel aklı ve çağdaş düşünüş biçimi ile değil, onların
ürünleri ile yapmaya çalıştı, çalışıyor.
“Aslında yenileşme, bir “düşün” meselesiydi. Hala bile bunun farkına
varılmadı ve gereği yapılmıyor. Peki neden?”
Nitekim “Mecelle” adlı İslam hukuku kitabını yazan Ahmet Cevdet Paşa (1822-
1895), daha o zaman bile şu gerçeği tespit etmişti: “Yeni bir uygarlık yoluna
girmek... fikirleri doğmuştu. Lakin yapının temeline bakılmayarak, tavanın
süslemesine özenildi. Avrupa’da başlayan fenlerin ve sanatların yayılmasına
çalışmak gerekirken uygarlık nehirlerinin getirdikleri çerçöpe, israf ve sefahate
aldanıldı. Halk, yüksek tabakanın bu gidişinden nefret ederek her türlü yenilikten
ürkmeye, yeni yapılan her şeyi kötü görmeye başladı.” Çünkü o dönemde de
çağdaşlaşmayı yapmaya çalışanların kendi kafaları çağdaşlaşmamıştı.
“En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaktır.”
1820’lerden Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen bir asırlık dönem, Osmanlı’nın
Batı’nın iktisadi, mali ve askeri gücü ile gerçekten yüzleştiği dönem olmuştur.
Endüstri Devriminden yaklaşık bir asır sonra 1830’larda ordu ve sarayın
ihtiyaçlarını karşılamak üzere endüstrileşme başlamıştır. Ama sonuç vermemiştir.
Geç kalmanın faturası, Birinci Dünya Savaşında milyonlarca kilometre kare arazi
kaybıyla ödendi ama halen ödeniyor. Bitmedi, daha da ödenecektir. Çünkü
çağdaşlaşamadık. Neden çağdaşlaşamıyoruz peki? Bunun üzerinde neden
düşünmüyor ve gereğini yapmıyoruz?
“Çünkü biz, çağdaşlaşmanın farkına ve önemine hala kafasal olarak
varamadık.”
TÜRKİYE’DE KAPİTALİZM
İnsanlar, edindikleri şeyleri, sahip oldukları algı kalıplarına dökerek algılarlar ve
uygularlar. Bu nedenle eğer insanların algı kalıpları eski iseler, bir şey ne kadar
yeni olursa olsun, onu eski algı kalıplarına dökerek algılayacaklar ve
uygulayacaklardır. Dolayısıyla insanlardan çağdaş uygulamalar yapmaları
isteniyorsa, onlara çağdaş ürünleri öğretmeden önce, onların algı kalıplarını
çağdaşlaştırmak şarttır. Türkiye, Kapitalizmi, ortaçağ burjuvazisi hatta daha
gerisinde olan feodalite zihniyetiyle uygulamaya çalışmaktadır. Hala
kapitalistleşememiştir.