B
ukowski, Pis Moruk
ya da Küçük Dergi-
ler Kralı, yazmak dı-
şında hiçbir şeye ilgi
duymayan bir adamdı. Sade-
ce yazdı. Her
şeyden çok ka-
dınları; bar tez-
gahında dans
eden kadınları,
sarhoşlarla dolu
bir partide dans
eden kadınları,
telefonla arayıp
küfreden kadın-
ları, şiirden çak-
mayan kadınla-
rı... Ve dayak
yediği kavgaları, hapishane-
yi, postaneyi, puşt hüznü ve
zencilerden bıkıp yatak oda-
sındaki dobermanla dü-
züşenleri yazdı. İçinde derin
bir boşlukla yaşadığını ve bir
zaman sonra bu boşluğu in-
sanlarla dolduramayacağını
fark ettiğini yazdı.
Bukowski’den öğrendiğim
kıymetli şeylerden biri ola-
rak; ona göre, bir adam siki
tuttuysa siki tutmuştur. Hep-
si hayatın içindedir, olduğu
gibidir. Okur
kendini kandı-
rırcasına karşı-
dır buna, çiçek
desenli perde-
leri olan bir evi
ve her şeye rağ-
men mutlu ol-
mayı başarabi-
len aşıkları
okumak hoşla-
rına gider. Fa-
kat bizim mo-
ruk karanlık sokaklardan ge-
çer, her zaman boş odası bu-
lunan ucuz motellerden, işçi-
lerden, rüşvet yiyen polisler-
den, yatak odasında sarhoş
hayal ettiği fahişelerden, ya-
laka şairlerden ve sevgi ayin-
lerinden tiksinen ayyaşlar-
dan geçer.