insanoğlunun temel bir tabiatı olduğu söylenir: “Muhakkak ki insan
hemen/peşin/şimdi olana düşkün (acel) yaratıldı.” (Enbiya; 37).
Bu durumda Samirî’nin yaptığı ayette geçen “ıclen cesedâ”, “insanoğlunun
burada/şimdi/hemen olana düşkünlüğünün ölü (cesed) bir hayvan temsili
ile ifadesi/dışa vurumu” demek olur.
İşte “buzağı heykeli” bu oluyor.
Samirî’nin “Musa unuttu” demesi yaptığı buzağı heykelinin önceden
bilinen bir şey olduğunu gösterir. Samirî’nin demek istediği şuydu:
“Mısır’daki Firavun sarayının, tanrısal güç, bilgi, iktidar ve servet sembolü
olarak kullandığı boğa figürü ile temsil edilen tanrıyı unuttu da gitti
görünmez bir Tanrı’yı Sina dağının yamaçlarında arıyor. Hâlbuki önceden
bizim tanrımız buydu. Bundan vazgeçemeyiz. Bakın Musa’ya uyduk
çöllerde sürünüyoruz. Demek ki Mısır’ın büyük tanrısını kızdırdık. Şimdi
tekrar ona dönüyoruz...”
Daha sembolik anlamda yorumlarsak, “süs eşyalarından buzağı
yapmak” süs, altın, para, servet hırsından vazgeçememek ve bunu elde
etmek için Firavun’a yaranmak, ona kölece sığınmak, bunun için de onun
soğanına, sarımsağına, mercimeğine, yeşilliğine razı olmak demek olur.
Nitekim sonraki ayetlerde “Onların kalplerine buzağı (sevgisi) içirildi”
(Bakara; 2/93) ifadesi bunun esasında kalpte olan/içsel bir durum
olduğunu gösterir.
Demek ki dışarıdaki put (buzağı) içe içirilmişin/işlemişin; tutkunun,
ihtirasın mücessem ifadesi (ıclen cesedâ) oluyor. Bugün hala borsanın
sembolünün “boğa” olması bir şeyler anlatıyor olmalı...
Bu nedenledir ki “kalplerine buzağı sevgisi içirilenler” yani süs, altın,
para ve servet tutkusu içinde olanlar ve bunun için de Firavun’a kölece
boyun eğenler Kur’an’da hep “aşağılık maymunlar”, “domuza
dönüşenler”, “haddi aşanlar, aşırı gidenler”, “zillet ve alçaklık
damgası vurulanlar” ve “gazaba uğrayanlar” olarak anılırlar.
Bunlar Kur’an söyleminin öfke ibresinin tavan yaptığı yerlerdir. Neye
öfkelendiğine/ gazap ettiğine dikkat ediniz. Buradan Fatiha’da her gün
okuduğumuz “gazaba uğrayanların/öfkeni çekenlerin yoluna değil”
(gayri’l-mağdubu aleyhim) derken ne demiş olduğumuz sanırım
anlaşılıyor.
Nitekim yukarıdaki ilk ayette “Allah’ın gazabına uğradılar, onlara zillet
ve alçaklık damgası vuruldu.... Çünkü isyan etmişler ve aşırı
gitmişlerdi.” denildiği dikkatinizden kaçmamıştır.
“Aşırı gitmek, aşırılık” konusuna dikkatinizi çekerim.
Sanıldığın aksine aşırı gitmek “tek çeşit yemeği” (sadeliği, ihtiyacı kadar
olanı) savunmak değil; ihtiyacından fazla olanı da istemek, ona hırs
beslemek, eline geçirince biriktirmek, paylaşmamaktır.
Yine sanıldığının aksine zillet ve meskenet damgası yemek “tek çeşit
yemek” ile yetinmek değil; “yerin bitirdiklerine” yönelik doymaz bir
iştah, Allah’ın doğal çevrede var olan nimetlerini (kudret helvası, bıldırcın)
az görüp, başkalarının elindekine de göz dikmektir. Onları elde etme
uğruna Firavunlara kölece boyun eğmektir.