kendisi kazanacak yaşa geldiklerini gördüğünüzde mallarını kendilerine
teslim edin. Büyüyünce onlara kalacak diye mallarını sorumsuzca (israf ile)
yemeye kalkmayın. İhtiyacı olmayan tenezzül etmesin.” (Nisa; 4/6).
Burada israf kendi malını saçıp savurma değil; başkasına ait olanı
zimmetine geçirip harcama manasındadır. “Onlar infak ettiklerinde ne
israf ederler ne de cimrilik” (Furkan; 25/67) Yani ne başkasının malından
bol keseden harcarlar, ne de kendi keselerini kısarlar; ikisinin ortası bir yol
tutarlar; kendi alınteri ile kazandıklarından infak ederler...
Kur’an Mekke’nin mülk sahiplerine, Firavun’a vs. hep “musrifler” diyor.
Burada ‘gereksiz harcama yapıyorlardı’ denmek istenmiyor. Bilakis
“alttakinin” emeğinden çaldıkları ve ondan geçindikleri, sömürücü
olduklarını için eleştiriliyorlar... İsraf, bugün için “ Başkasının (devlet)
malı deniz yemeyen domuz” sözündeki manayı ifade eder.
KÂNİZ: “Biriktiren, yığan” demektir. Malı “kenz” etmek; yığmak,
biriktirmek, hazine yapmak manasına geliyor. Kur’an altını ve gümüşü
(parayı) kenz edenleri şiddetle eleştirir ve biriktirdiklerinin dağlanarak
alınlarına, böğürlerine, sırtlarına vurulacağını haber verir. (Tövbe; 9/34).
Bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber “Kahrolsun biriktiriciler” (Tebbet el-
Kânizûn) diye üç defa bağırmıştır. (Kutüb-i Sitte; Zekat, 2011).
Bugün için Kâniz, ihtiyaçtan fazla para, mal, arazi, bina vs. cinsinden özel
mülkiyet biriktirene tekâbül eder. Genellikle servet ve iktidar sahibinin
yani “üsttekinin” tuttuğu yoldur. Biriktirdiğini ne infak eder, ne de bir işe
yatırır, kendi şahsi mülkü olarak tutar. İşte bu kenz olup sahibini ateşle
yakacaktır. Biriktiriciden istenen alttaki ile aradaki farkı sürdürerek
ucundan verip durmak değil; alttakini yukarı çıkarıp, kendisi da aşağı
inerek, orta bir yerde eşit hale gelinceye kadar infak etmektir. Çünkü
biriktirdiği alttakinden ona geçmiştir. Başka türlü kenz edemezdi (zengin
olamazdı).
MURÂBÎ: “Fâizci” demektir. Kök olarak ribâ (fâiz), “tepe haline gelme”
manasındadır. Üsttekilerin en önemli özelliklerindendir. Tefecilik yaparak
paralarına para katarlar. Başkasından “fazlalık” alarak tepe gibi yığarlar.
Bununla mal ve servet yığarlar. Bu yolla alttakileri sömürür, kanlarını
emerler. Kur’an’da başka hiçbir şey için “Faiz yiyenlere Allah ve Resulü’nün
savaş açtığını bildir” (Bakara; 2/279) denmemiştir!
Genellikle savaş savunma amaçlı olup “izne” tabidir. Örneğin kendilerine
zulmedilenlere, yurtlarından çıkarılanlara Allah yolunda savaşmaları için
“izin verildi” denir. Fakat faiz söz konusu olunca Allah ve Resulü onlara
savaş açar! (Bakara; 2/275). Faiz yiyenler kabirlerinden, şeytan çarpmış
gibi kalkacaklardır. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri
yüzündendir. Halbuki Allah alım-satımı helal, faizi haram kılmıştır. Bugün
için küresel finans-kapitale, onun yerli işbirlikçisi bankalara, tefeci
bezirgânlara tekâbül eder...
İşte bunlar üsttekilerdir.
Dilleri, dinleri, ırkları, renkleri ve bölgelerinin ne olduğu önemli değildir.
Tamamı sömürücü olup alttakilerin kanını emerek yaşarlar. Allah ise alttaki
ezilenleri (mustazafları) onların yerine geçirmek, böylece eşitliği
sağlayarak, yarattığı rızık ve rızık kaynaklarını adilce bölüştürerek