Yol kenarında bir ‘dikilitaş’
İstanbul Sultanahmet
Meydanı’ndaki “dikilitaşı”
hiç gördünüz mü?
“Ee, ne olmuş?”
diyeceksiniz.
Bu yazıda ona “bir başka
açıdan” bakmayı
deneyeceğiz.
Kur’an’ın tarih, hayat ve
tabiat ile tefsiri dediğimiz
yöntem açısından...
Özellikle verili tarih,
bilhassa da eski çağlar
tarihi açısından...
Verili tarih derken, eski çağlardan bugüne kalan kanıt ve kalıntıları
kastediyoruz.
“Bunun Kur’an tefsiri ile ne alakası var?” diyeceksiniz.
Var, hem de nasıl...
Size, bunu, Kur’an’daki kimi kıssaların Kitab-ı Mukaddes’deki haham
düzmecelerine muhtaç olmadan da tefsir edilebileceğinin bir örneği olarak
göstermeye çalışacağım.
Malumunuz, Kur’an çok eski çağlardan ve o dönemlerde yaşayan
peygamberler ve mücadelelerinden bahsediyor.
Hz. Süleyman’ın karıncalarla, kuşlarla konuştuğundan, cinlerin ve rüzgârlı
gemilerin onun emrine verildiğinden, Hüdhüd’ten, Yunus’un balık
tarafından yutulduğundan vs. bahsediyor.
Şu ana kadar bu tür kıssaların iki tür yöntemle açıklandığını görüyoruz:
1- Bu tür kıssalar birer mucizedir. Onlara iman etmek dışında
yapabileceğimiz bir şey yoktur.
2- Bu tür kıssalar birer Arap halk efsanesiydi. Kur’an bunları gerçek olup
olmadığına bakmaksızın veri olarak kullandı. Onlar üzerinden mesajlar
verdi.
Görüldüğü gibi her iki halde de “tefsir” namına bir şey yapılmış olmuyor.
İlkinde iş mucize olduğu için araştırmaya, ne olduğunu anlamaya gerek
kalmıyor.
İkincisinde de iş zaten olmadığı, gerçek olmayan birer halk efsanesi
olduğu için araştırma gereği bulunmuyor.
Şahsen ben her iki görüşe de katılmayarak başka bir yol tuttum.