Ayette geçtiği gibi cehl ve zulm sebebiyle buna hıyanet ediliyor. Onun için
imanlarına (emanetlerine) zulm bulaştıranlardan bahsediliyor.
İşte Nemrud ve avânesi bunun örneği olarak anlatılıyor.
Onlar Allah’ın ülkesinin (yeryüzünün) servet ve kuvvet kaynaklarına
(emvâl ve egvât’a) el koyarak, kendi mülkiyetlerine geçirmişlerdi. Oysa
onlar isteyenler (sâilîn) arasında eşitçe paylaştırılmak için yaratılmışlardı.
Böylece Allah’a mülkte şirk koşmuşlardı. Kendi zimmetlerine geçirdikleri
bu servet ve kuvvet kaynaklarını teolojikleştirerek Ay, Güneş, Yıldız vb.
totem-sembolleriyle ifade etmekteydiler. Mekke’de Lat, Menat, Uzza,
Hubel gibi kabilenin teolojikleşmiş servet ve kuvvet (emvâl ve egvât)
kaynağı totem-sembolleri gibi imparatorluğun devlet tanrılarıydılar. “Onları
(Putlarla ifade edilen servet ve kuvveti) bize Allah verdi, onlar bizi Allah’a
yaklaştırıyor” demekteydiler.
İbrahim’in şirk koşuyorsunuz dediği şey buydu. Nemrud ve avânesine
Allah’ın ülkesinden (mülkünden) el çekmelerini, Allah’ın kimseye böyle bir
yetki vermediğini, emanetleri geri teslim etmelerini, isteyenlere eşitçe
dağıtmalarını, çünkü emanete hıyanet içinde olduklarını söyledi. Onun için
“Siz emanete layık değilsiniz, bilakis layık olanlar emanetlerine (emvâl ve
egvât’a) zulm bulaştırmayanlar yani kendi zimmetlerine geçirmeyenler,
mal kaçırmayanlar, mülk kenz etmeyenler, biriktirmeyip isteyenlere
verenlerdir.” dedi.
Onun için Kur’an Nemrud için “Kendisine ‘mülk’ verildi diye İbrahim
ile tartışmaya giren adam” der. (Bakara; 258).
Neydi mülk verildi diye tartıştıkları?
Kur’an’da ortaya konan bu yaklaşımın, Hz. Peygamber, Hz. Ömer ve Hz.
Ali’nin dilinde ve uygulamasında nasıl ete kemiğe büründürüldüğüne dair
de üç örnek...
Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Ben aranızda bölüştürücüyüm.”
(Buhari; Humus, 7).
Hz. Ömer şöyle demiştir: “Fethedilen topraklara öyle bir adalet ve
mülkiyet düzeni getirmeliyim ki Irak’ın dulları ve yetimleri bir
daha ebediyen krallara muhtaç olmamalı ve Müslümanlara da köle
olup sömürülmemeliler.” (M. Demirci; “İslam’ın ilk üç asrında toprak
sistemi”, s. 34, M. Hamidullah; el-Vesaiku’s-Siyasiyye, s. 376).
Hz. Ali’nin uygulamasına bakınız:
“Bahreyn’de bir grup (girişimci) Basra’da İbn Abbas’a müracaat ederek
şöyle dediler: “Bize toprak verin, işletelim.” Vali bu isteği bir mektupla
Hz. Ali’ye bildirdi. Hz. Ali cevabi mektubunda “Bu toprak tüm
Müslümanlarındır. Oradan elde edilecek menfaatler konusunda
hepiniz eşit haklara sahipsiniz. Eğer hepsi razı olursa, o araziyi
onlara ver. Ben ise sahip olmadığım bir şeyi başkasına veremem.”
(M. Demirci; A.g.e; s. 122).
Dikkat ediniz! Devletin başındaki halife ne kendini, ne de devleti toprağın
sahibi olarak görmüyor. “Yeryüzünde dört mevsim rızık ve rızık
kaynakları (egvât) yarattı, isteyenler için eşitçe takdir
etti...”(Fussilet; 10) ayetini ete kemiğe büründürüyor. Girişimcilere ancak
bir görev/emanet olarak toprağın (mülkün/üretim aracının) verilebileceğini