Kuran Kıssalarından Ne Anlamalıyız

(Arzum) #1

Mucizeleştirmeler aklı örten bir afyona dönüştü. Araştırma ve inceleme gereği
duymayan, “Allah” deyince her şeye inanan, yaşayan apaçık ayetleri (insan,
tarih, hayat ve tabiat) mucize saymayan bir zihniyet sardı her yanı.
Kur’an kutsandı, mucizeler kitabı haline geldi. Esas büyük el-Kitab’ı (Kâinat
Kitabı’nı) işaret eden bir işaret parmağı olarak görüleceği yerde bizzat kendisi en
büyük kitap haline geldi. Kafasını küçük Kitap’a (Kur’an) sokan ve bir türlü büyük
el-Kitap’ı (kâinat, evren) göremeyen zihinler türedi.


Müslüman ümmet elindeki Kitap’ın her şey olduğunu sandı. Bütün her şeyi orada
vardı. Çalkaladıkça kendinden yağ çıkan kap gibi sıkışınca çalkalamak yeterliydi.


Okuyanlar, üfürenler, muska yapanlar, şifre arayanlar, cifr hesapları gırla gitti,
gidiyor.
Elin oğlu el-Kitap’ı (kâinat, evren, doğa) okuyarak bir bilimsel buluş mu yapmış,
hiç telaşa gerek yok. Elimizdeki mucizevî kitapta kesin haber verilmiştir!


Denizleri yaran Musa, ölüleri dirilten İsa, ateşte yanmayan İbrahim, kayadan
deve çıkaran Salih, üçyüz yıl uykuya dalan Ashab-ı Kehf, karıncayla konuşan
Süleyman ve göğe çıkan İsa vs. vaazlarıyla uyuşan kitleler, “Bunlar bugün niye
olmuyor?


Filistinli çocuklara, Iraklı annelere neden mucize inmiyor?, Kuşlar, karıncalar
şimdi neden bizimle konuşmuyor? Yaşayan el-Kitap’da bunlar niye yok?”
sorularıyla karşılaşınca şüphe vadilerinde dolanmaya başladılar. Ya da “vardır bir
hikmeti, töbe töbe” diyerek içlerine attılar.


Hâlbuki bunları eski dünya dinlerinin etkisinden kurtularak, zaten Kur’an’da
geçmeyen ve asla bir Kur’an kavramı olmayan “mucize” kelimesine
başvurulmadan açıklamak gayet kolaydır, anlaşılabilirdir, apaçıktır. Biraz
karşılaştırmalı dinler tarihi, biraz eski uygarlıklar, Kur’an’ın işaret ettiği gibi biraz
yol kenarlarında duran eski çağlara ait kanıtlar, biraz arkeolojik kazılar, biraz
tabiat tarihi, biraz bu formda gelen ve bütün kutsal kitaplarda görülen sembolik
dil üzerinde çalışılsa gayet güzel anlaşılacak.
Fakat mucizeleştirmeler bütün bunları yok ediyor.


Müslüman zihni tarihe, hayata ve tabiata yabancılaştırıyor.
Kafa konforu rahat, insanlık acısı ve varoluş sancısı çekmeyen, beyninde hiç
merak uyanmayan, soru sormayan, sormayı şeytan işi sayan, teslimiyetin sorular
sordukça değil; sormadıkça gerçekleşeceğini sanan, akletmeyi, deneyi, gözlemi
kör itikatla örten, gayet kolay olup bitenleri, başına “Allah”, ortasına “Kadir-i
Mutlak”, sonuna “mucize” getirerek açıklayıveren bir zihnin oluşmasına neden
oluyor.


Oysa ne olup bittiğine nüfuz edemiyor. Gerçekliğin içinde değil; gerçekliğe paralel
kurgusal bir dünyada yaşıyor. A. Şeriati’nin dediği gibi alinasyon (yabancılaşma)
içinde...


Bu zihnin insanlıkta sıçrama yapması mümkün değildir.
Yeryüzünün öğretmeni, öncüsü, önderi, Kur’an’ın tabiri ile “şahidi” olması
mümkün değildir.

Free download pdf