Büyük Millet Meclisi'ne girmişti.
Artık Büyük Şair sık sık Atatürk'ün sofrasında bulunmak
hazzını tadıyor, aralarında hoş sohbetler oluyordu.
Siyasetin, askerliğin büyük dehâsiyle edebiyatın dehâsı
arasındaki bu sohbetler sırasında bazan elektrikli bulutların
birbirine çarpışları gibi, gelip geçici şimşek parıltılarının
görüldüğü de olurdu.
Abdülhak Hâmit zaman zaman bu şimşekli, yıldırımlı
anlarına rağmen Atatürk'ün meclislerinden hoşlanır, "Millet
Meclisinin tenkidsiz celselerinde bulunmaktansa, Atatürk'ün
her şey konuşulan sofralarını tercih ederim" derdi.
Atatürk kendi devrini süsleyen, zenginleştiren Büyük
Sanatkâra "Beyefendi" diye hitabeder, yaşayışıyla alâkadar
olurdu. Hatta Ankara'da ikâmetinin fazla masraflı olduğunu,
Dahiliye Vekili kendisine söylediği vakit, çiftlikte küçük bir
köşkün Hâmit Bey'e tahsisini istemiş, fakat yerin uzaklığı,
köşkün ıslahı meselesi bu arzuyu tahakkuk ettirememişti.
Abdülhak Hâmit, son zamanlarına kadar Atatürk'ün
dâvetlerine icabetten büyük bir zevk alıyordu. İsmail Habip
Bey bir hâtırasını şöyle naklediyor:
".. .Ondaki hayat aşkına da bakınız: Birinci Dil Kurultayına
giderken Dolmabahçe Sarayının kapısında tesadüfen
buluştuk. Koltuğuna girdim. O yürümüyor, ben götürüyor
gibiydim. Avluyu dönerken manzaramızı, o zaman Dil
Kurultayının reisi bulunan General Kâzım Özalp karşıdan
gelirken gördü. Nazikane bir tavırla elini Hamide uzatarak:
- Neye zahmet ediyorsunuz, dedi, ve beni göstererek
"bunları yetiştirdiniz, artık istirahat sizin hakkınız ve
zahmet bunların vazifesidir." Hâmit hem teşekkür ediyor,