bırakıyordu. Yüzüne bakıyordum Or-
han'ın, iç çekerek, ardından gülümseye-
rek; dudaklarının ve göz torbalarının ren-
gi giderek siliniyordu, bileklerinde, elle-
rinde ve yüzünde çoğalan ter damlaları
ölümün altın ışığını andıran bir parıltıyla
gözüme çarpıyordu güneşin altında. Bir
kaç nefes sonra dilinde sessiz bir çığlığı
andıran o çok sevdiğim şarkıyı mırıldan-
maya başladı; çocukluğumdan beri öl-
mekten ilk defa bu kadar çok korkuyor
ve aynı anda bu denli şiddette ilk defa
onu arzuluyordum. Yalnız başıma ağla-
dığım her gece aynı şarkı dilimdeydi,
elimdeki tabancanın ağzına bir mermi
bıraktım, sallanan kayıkta ayağa kalkıp
sarhoş ağzımla alnından öptüm ve şarkı-
yı söylemeye ben de katıldım. Gözümün
içine baktı, şaşırmıştı, gülümsedi; gözleri
doldu ve solgun, terli, soğuk teninde ya-
şamayı isteyen bir adamı gördüm. Çok
geçti, ağlıyorduk ve aynı anda nakaratı
söylüyorduk! Bu kez bağırarak, göğüs
kafesimiz titrerken ve ölüm meleklerinin
kanatları altında, parmağım tetikte ve
şakağıma dayanmış vaziyette. Önce o,
ardından ben, ölüyorduk...
“Knockin', Knockin', Knockin' on hea-
vens door”
Uğur Öztürk