mercimek vs. bugün için “tüketim kültürü” dediğimiz türlü türlü
eşyaları, çeşit çeşit metaları ifade ediyor.
İnsanlar sadeliği terk edip daha fazlasına “iştah” edince, buradan
yakalanıyorlar ve Firavunlara köle oluyorlar. Firavun onlara bunu veriyor.
Onlar bitmek tükenmek bilmeyen yeşillik, sarımsak, soğan, kabak,
mercimek vs. peşinden koştukça köleleşiyorlar aslında.
Yani eşyanın, nesnelerin ve metaların kölesi haline geliyorlar. Daha fazla
eşya, daha fazla meta, daha fazla tüketim, daha fazla yiyecek, daha fazla
giyecek, daha fazla, daha fazla... Bu ihtiras bir türlü bitmek bilmiyor.
İhtiraslarının peşinden koştukça metalara köle oluyoruz haberimiz yok.
İşte “tek çeşit yemek” bütün bunları kestirip atıyor.
Şu halde “tek çeşit yemek” bize ihtiyaçtan fazlasına tamah etmemeyi,
israf ve gösteriş peşinde koşmamayı, açgözlü ve muhteris olmamayı,
“yerin bitirdiklerinin” tamamının bize ait olmadığını, onda başkasının da
hakkı olduğunu, “tek çeşit yemek” ile yetinmeyip onlara da göz
dikmememiz gerektiğini, ilâhî taksimatta bize düşene (bütün içinde eşit
parça; kısmet) razı olmamızı, nasibimiz (taksimatta bize düşen pay) ile
yetinmemizi, ‘Buna katlanamayacağız, daha fazlasını isteriz, ötekine düşen
payı da isteriz’ ihtirasını bırakmamızı, bunların bizi köleleştireceğini,
Firavunların bizi asıl bu zaafımızdan esir aldığını vurgulamakta ve
uyarmakta...
“Tek çeşit yemek” ile temsil edilen sadeliğe, kanaatkârlığa, zühde, bütün
içinde ‘takdir’ edilmiş olan ‘eşit paya’ (nasip/kısmet) razı olarak bu oyunu
bozmamız gerektiği mesajını vermekte...
Bu istek karşısında Musa ne diyor?
“Hayırlı olanı (sadeliği, kanaatkârlığı, zühdü, eşyadan ve metalardan
özgürleşmeyi) bırakıp, daha aşağılık olanı (hırs, açgözlülük, doymama,
daha fazlasını isteme, ötekinin payına göz dikme, eşya, meta ve tüketim
çılgınlığını) mı istiyorsunuz? O istediğinizden Mısır’da çok var, oraya gidin...
Firavun bunları size veriyordu, önünüze bol sarımsak, soğan, yeşillik,
kabak, mercimek (eşya, meta) vs. koyuyor, doya doya yediriyor, sonra da
‘eşşek’ gibi çalıştırıyordu, oraya gidin...
Üstelik de aslında azıcığını veriyor, çoğunu kendisi alıyordu. Sizi karın
tokluğuna çalıştırıp emeğinizi sömürüyordu. Bal ve süt vermiyordu mesela,
yeşillik, soğan, sarımsak, mercimek, nohut veriyordu, bunu bile
göremiyorsunuz. Kendi emeğinizin ürünü olan tek çeşit yemeği bırakıp,
Firavun’un size çok çeşit görünen soğanına, kabağına, mercimeğine tamah
ediyorsunuz, oraya gidin...”
İşte bunun için onlar Allah’ın gazabına uğradılar. Kendilerini “tek çeşit
yemeğe” çağıran peygamberlerine karşı geldiler. Onlara özgürlük zor
geldi. Önceki kölelik yıllarını özlediler. Tekrar kölelik yıllarında önlerine
konan sarımsak, soğan gibi yiyecekleri istediler. Kölelik onların ruhuna
işlemişti, özgürlüğün riskine katlanamadılar. Musa da dedi ki: O halde
utanç içinde gerisin geri dönün. Orada bu istediklerinizden var...
İşte böylelerine zillet ve alçaklık damgası vurulur. Aşağılık bir hayatla
mutlu olurlar. Özgür olmanın şeref ve haysiyetinden nasipleri yoktur. “Bir
kaşık aşım, ağrımaz başım” diyerek güce ve zenginliğe taparlar.
Görünmeyen bir Allah ve özgürlük onlara çok zor ve katlanılmaz gelir.
arzum
(Arzum)
#1