Kur’an’ın nuzül sırasına göre ilk suresinde (Alak; 96/7) karşımıza çıkar. İlk
olmasının anlamı şu ki sonraki bütün “üsttekileri” niteleyen ayetler
bununla ilgilidir: Mustağnî servetiyle azgınlık eder (tâğut), servetine
yaslanarak büyüklenir (mustekbir), emredip yasaklar koyarak zulmeder
(zâlim), mülküyle ortak koşar (muşrik), hegemonya kurmaya yeltenir
(ceberrut), gururlanır (mağrur), inkar eder (munkir), yok sayar (mulhid)...
Bütün bunların kökünde “ğina”yı özelleştirmesi, kendi elinde tutması
yatmaktadır. Bu nedenle Kur’an malların zenginler (ağniyâ) elinde dolanıp
duran bir devlet olmasını meneder (Haşr; 59/7). Yani zenginliğin bir devlet
haline gelmesini veya devletin bir zenginler kulübüne dönüşmesini
reddeder. Bu durumda zenginler (ağniyâ), Allah’ın yarattığı rızık ve rızık
kaynaklarını (üretim araçlarını) bir şekilde ele geçirip, “alttakileri” ondan
mahrum edenler, alttakilerle “eşit” hale gelmekten ‘aslan görmüş yaban
eşeği gibi’ kaçanlar oluyor. Sırf zenginliğin Kur’an’ın hiçbir yerinde olumlu
anlamda anıldığını, övüldüğünü, teşvik edildiğini görmedim. Bugün için
üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan finans-kapital sahiplerine,
sermayedarlara, para babalarına takâbül eder.
MELE’: “Dolu hale gelmiş” demektir. Kök olarak 1- Bir şeyi doldurmak 2-
Yola girmek, yolda yürümek demek... Dolmak (imtila’), dolmuş, dolu,
tombul, etine dolgun (mumteli’) birinci, koşmak, hızla yürümek (melv),
genleşmek, genişlemek (muluv) ikinci anlamdan gelir... Bu durumda mele’
servetle dolmuş, mal ve mülk ile şişmiş, servet ve iktidarı ele geçirme ve
onunla hegemonya kurma yolunda yürüyen, hayatının amacı bu olan
demek oluyor. “Kavmin ileri gelen melesi” şeklinde Kur’an’da sıklıkla
geçer. Bugün için bir ülkenin siyasî, askerî ve iktisadî mülk (servet ve
iktidar) sahiplerine tekâbül eder.
MUTREF: “Bolluk içinde olan, şımarmış” demektir. Bolluk ve nimet
içinde olmak, şımarmak (teref), konfor içinde olmak, nimetler içinde
yüzmek (teterrûf), konfor, rahatlık, lüks, şımarıklık (teref) kelimeleri bu
kökten... Demek ki mütref bir toplumun rahatlık ve konfordan şımarmış,
“fors” sahipleri demektir... Bu durumda Kur’an’da sık sık geçen mele-i
mütref “kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenleri”demek oluyor.
Bugün için devlet beslemesi ailelere, sosyete çevrelerine, lüks ve sefahat
içinde yaşayan zümrelere ve onlara özenenlere tekâbül eder.
MUSRİF: “Harcayan” demektir. Kavmin zenginlikten şımarmış ileri
gelenlerinin (üsttekilerin) başkasının (alttakilerin) emeğinden çaldıklarını
sorumsuzca harcamalarıdır. Nasıl olsa başkasından geçtiği için kimin malı
olduğu umurlarında bile değildir.
Türkçe’de “israf etmek” deyimi kendi emeği ile kazandığından gereksiz
yere harcamayı ifade etmek için kullanılıyor ki Kur’an’da bu anlamda
değildir. Bilakis başkasının emeğinden geçeni harcamak manasındadır. Bu
anlamıyla “hortumcunun” har vurup harman savurmasını ifade eder.
Kendi emeğinden gereksiz harcamaya ise Kur’an “tebzîr” der. Tebzîr
lüzumsuz harcama demektir. (İsra; 50/26). Bu durumda “Yeyiniz, içiniz,
israf etmeyiniz” demek “Kendi emeğinizle kazandığınızdan yiyiniz, içiniz
fakat başkasının emeğini yemeyiniz, mele-i mürtefin yaptığını yapmayınız,
bundan kaçınınız” demektir. Şu ayette bu anlamda kullanılmıştır:
“Öksüzlere evlenme çağına gelinceye kadar göz kulak olun. Ekmeğini
arzum
(Arzum)
#1