soran demek, mes’ele de buradan gelir. Dolayısıyla soru soranı, bir
mes’elesi olduğunu söyleyeni, senden yardım isteyeni sakın azarlama,
küçük görme manasına da gelir.
YETİM: “Öksüz” demektir. Arapların “eşsiz inci” (durre yetim) sözünden
alınmıştır. İnci nasıl diğer taşlar arasında benzersiz ise yetim de diğer
insanlar arasında kimsesi olmaması bakımından benzersizdir. Öksüz, eski
Türkçe’de (8.yy) Anne (ög) kelimesinin (süz, sız) olumsuzlama ekiyle
kullanılmasından geliyor. Göğüssüz (öğ-süz) yani yaslanacak bir anne
göğsü bulamayan demek. Kur’an’da yukarıdaki sâil için söylenen aynen
yetim için de söylenir: “Sakın öksüzü hor görme/üzme” (Duha; 93/9).
Daha geniş açıdan bakarsak, bugün için kimisi annesi babası olmama
anlamında, onları bir şekilde kaybetme anlamında, kimisi toplumu içinde
yalnız kalma anlamında öksüzdür. Babası, annesi olmayan, toplumunda
yanlış anlaşılan, doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulan, onca
gürültü arasında sesini duyuramayan, sözü yarım kalan, dışlanan,
mahkûm edilen, çaresiz kalan, kapısı çalınmayan, unutulan, terk edilen,
taşlanan herkese öksüz demek icap eder. Bunlar da “alttakiler”dir.
İBNU’S-SEBİL: “Yolun oğlu” demektir. Genelde “yolda kalmış” olarak
çevrilen bu deyim aslında “Yolu (önü) kesilmiş, düşürülmüş” dediğimiz
şeydir. İbn sözcüğünün “bina yapmak” kökünden geldiğini düşünürsek
belki bir fikir verebilir. Yoluna adeta bina yapılan, önüne engel çıkarılan,
yolu kesilen manası buradan gelir. Demek ki İbnu’s-Sebil deyimini
başkasının gadrine uğramış, önü kesilmiş, düşürülmüş olarak anlamak
icap eder.
Bugün için örneğin siyasî mültecîler, suç çetelerinin eline düşenler, haksız
yere zorla borçlandırılanlar, beyaz kadın tacirlerinin, organ mafyasının,
kaçak insan avcılarının eline düşenler, rehin alınanlar, sokak çocukları vs.
bu sınıfa girer.
O devirde İbnu’s-sebil diye daha çok dışarıdan gelip de o günkü
Mekke’deki “Kabe çetesinin” (Ebu Cehil, Umeyye bin Halef, Velid bin
Muğire vs.) yani Mekkeli tefeci bezirgânların eline düşenler
kastedilmekteydi.
Böyle bir olayda (peygamberlikten önce) bir tefeci bezirgân (Ebu Cehil)
Mekke’ye kızıyla birlikte gelen bir yabancının malına el koyarak kızını
elinden almak istemiş, olay Hilfu’l-Fudul’e intikal edince genç Muhammed
tefeci bezirgânın evini kuşatarak mağduru zor kullanarak kurtarmış, kızını
ve malını “yolu kesilmişe” (İbnu’s-sebîle) iadeye mecbur etmişti. (İbn
Hişam).
ĞÂRİM: “Borçlu” demektir. Birinci dereceden borçlu, zaruri ihtiyaçları
(yeme-içme, giyinme, barınma, sağlık) için borçlanan, ikinci dereceden
sel, yangın, deprem gibi afetlere maruz kalanların borçlanması kişiyi ğârim
(borçlu) yapıyor. Kur’an’da zekat verilecek sınıflar sayılırken işte bu
borçlular da zikredilir. (Tövbe; 9/60).
Bugün için “sosyal güvenlik” dediğimiz uygulamalara tekâbul
etmektedir. Ancak bunun infak fonlarından, karşılıksız, kâr amacı olmadan,
adalet devletinin sosyal güvenlik politikaları kapsamında ve sıkı bir
denetim içinde yapılması gerekiyor. Aksi halde kapitalizmin kâr ve prim
arzum
(Arzum)
#1