ödeyememekte ve tefeciye köle olmaktaydılar. Eşlerini ve kızlarını da
onlara vermekte ve umumhanelerinde çalıştırılma zilletine katlanmak
zorunda kalmaktaydılar. İleride kızlarının başına bu gelmesin diye de
çocuklarını diri diri gömmekteydiler. İşte bu çeşit yoksulluk “İleride
tefecinin eline düşerek yoksullaşır, ona köle olur, beni, eşimi veya kızımı
ne olur bırak diye yalvarmak zorunda kalırım” korkusunu ifade ediyor.
Onun için olsa gerek mumlig, sözlüklerde “boyun eğen ve yalvaran
yoksul” diye tarif edilmiş (İbn Manzur).
MUSRİM: “Kararmış, solmuş” manasındadır. Bahçe sahiplerinin
bahçesine felaket gelip ürünü toplayamadıkları, böylece bahçeleri kararıp
solduğu için yoksullaştıkları anlatılırken kullanılır. (Kalem; 68/20).
Dolayısıyla musrim, zenginin yoksul durumuna düşmesi demektir.
Günümüzde afet, iflas, icra, ipotek, ağır borç vs. sonucu zenginin malı ve
serveti elden giderek fakir düşmesine tekâbül eder. “Sınıf atlamanın”
tersidir.
MAHRÛM: “Yasaklanmış” demektir. Türkçe’de de kullanılan “mahrum
bırakılmak” manasındadır. Diğer yoksulluk kavramlarından farkı elinden bir
iş geldiği, bilgisi ve becerisi olduğu halde haksız yere bunları kullanma
imkanı kendisine verilmeyen, yasak konan, engellenen, bundan dolayı da
yoksul ve muhtaç duruma düşen demektir. “Kamu hizmetinden
mahrumiyet” bunu ifade eder. Kur’an’da zenginlerin malında yoksullar
(sâil ve mahrûm) için hak olduğu söylenirken geçer. (Zariyat; 19/51,
Mearic; 50/25). Genel olarak da Allah’ın yarattığı rızık (ürün) ve rızık
kaynaklarından (üretim araçları) mahrum bırakılan bütün yoksulları ifade
eder.
MUHTAÇ: “İhtiyaç sahibi” demektir. Hacet, ihtiyaç, muhtaç kelimeleri
buradan gelir. Kur’an’da Allah’ın yarattığı rızık (ürün) ve rızık kaynaklarına
(üretim araçları) insanların ihtiyaç duyması manasında kullanılır. Allah
evcil hayvanları yaratmıştır ki insanlar yiyeceklerini ve binitlerini onlarla
karşılasın diye. Nice faydaları olan bu hayvanlarla “ihtiyaçlar” giderilir
(Mu’min; 40/850). Gemiler, su, ırmak, deniz, toprak, bahçe ve
madenlerde de nice faydalar vardır. Bütün bu rızık ve rızık kaynakları
insanlar içindir. Fakat bunların etraflarına “çit” çevirilip özel mülkiyete
alınması yüzünden Allah’ın kullarından kimileri buralara sokulmamakta,
dışarıda tutulmaktadır. İşte “muhtaç” bunlardan uzak tutulan,
yararlandırılmayan kimsedir.
Oysa “iman” kalplerine yerleşmiş olanlar ve daha önceden buralara (rızık
ve rızık kaynaklarına) yerleşenler, sonradan gelenleri (hicret edenleri)
sevgiyle bağırlarına basarlar ve onlara verilenlerden dolayı haset etmezler.
Kendilerinin “ihtiyacı” olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Kim
bencilce hırslarından (servet, siyaset, şehvet, şöhret) tutkusundan arınırsa
işte onlar kurtulmuştur (Haşr; 59/9).
SÂİL: “İsteyen” demektir. Daha doğrusu istemek zorunda kalan
manasındadır. Yukarıdaki “Bâis” ile benzer anlamdadır. Bâis’de istemenin
nedeni (şiddetli fakr-u zaruret) öne çıkarılırken, Sâil de şiddetli fakr-u
zaruretin sonucu (isteme, dilenme, yalvarma) öne çıkarılır. Bu duruma
düşmüş olan için peygambere şöyle ‘emredilir’; “Sakın
isteyeni/yalvaranı azarlama!” (Duha; 93/10). Sâil, aynı zamanda suâl
arzum
(Arzum)
#1