Kuran Kıssalarından Ne Anlamalıyız

(Arzum) #1

sistemiyle çalışan sosyal sigorta kurumundan farkı kalmaz ve “faizsiz
bankacılık” türünden abdestli kapitalizm üretilmiş olur.
RİGÂB: “Gözetim altında olanlar” demektir. Murâkabe de buradan gelir.
Tarihsel anlamda Kur’an’ın indiği sıradaki “köleleri” ifade eder. Çünkü
onlar özgürlüklerinden mahrum bir şekilde efendilerinin gözetimi
altındaydılar. Ragabe şeklinde söylendiğinde boyun anlamına da gelir. Bu
durumda boyunduruk altına alınmak suretiyle gözetim altında tutulmak
manasına gelir. Kur’an’da daha ilk surelerde “Fekku Ragabe”
(boyunduruğu kırmak, parçalamak!) denmek suretiyle “kölelere
özgürlük” çağrısı yapıldığını görürüz.(Beled; 90/13).
Günümüzde Rigâb, siyasî, sosyal ve iktisâdî anlamda özgürlüğü kısıtlanan,
insanî haklarından mahrum bırakılan ve başkasının boyunduruğu altında
yaşayan herkesi ifade eder.
ÂMİL: “İş yapan” demektir. Kök olarak bir ameliye gerçekleştiren demek
olup özel anlamda zekat memurları demektir. (Tövbe; 9/60). O devirde
devlet kurumları bugünkü gibi gelişmiş olmadığından ve savaşa katılanlara
ganimetten pay verildiğinden zekat işleri ile ilgilenenlerden başka memur
statüsünde pek kimse yoktu. Dolayısıyla “âmil” devlet memuru anlamında
“kamu görevlisi” demek oluyor.
Bugün için “kamu emekçileri” (bordro mahkumları!) dediğimiz sınıfa
tekâbül eder. “Amele” de bu kökten gelir. Bu manada, daha geniş açıdan
“işçi” (âmil) demek olur ki tüm işçiler (ummâl) bu kapsama girer; tarım
işçisi (âmili’z- zırâî), fabrika işçisi (âmili’l-mesna’)...
UZERÂ: “Özürlüler” demektir. Kur’an’da kör (a’mâ), topal (a’rac), hasta
(marîz) olarak geçer. “Köre sakınca yoktur, topala sakınca yoktur, hastaya
sakınca yoktur” (Nur; 24/61) ayetinden anlaşılacağı gibi, bu ayetlerin
indiği sırada toplumda özürlü olanlara (kör, topal, hasta vs.) kimi
ayrıcalıklı muameleler oluyordu. Örneğin bazı kimseler bu tür özürlü
kişilerle aynı sofraya oturmuyor, onlardan lanetli gibi kaçınıyordu.
Özürlüler de, kendilerini eksik hissetmelerinden dolayı, sağlıklı olanların
sofralarına oturmaktan çekinir hale gelmişti (Razi, İbni Kesir, Kurtubi). Bu
durum toplumda sağlığı yerinde olanların iyi, özürlü olanların eksik ve kötü
olduğu şeklinde bir anlayışın yaygınlaşmasına neden olmaktaydı.
İşte Kur’an, sağlıklı-özürlü diye bir ayrımcılığın söz konusu olamayacağını,
özürlülere yarım insan muamelesi yapmanın doğru olmadığını beyan
ederek “Köre sakınca yoktur, topala sakınca yoktur, hastaya sakınca
yoktur” diyor. Ayetteki (Nur; 24/61) sakınca yoktur (ve lâ... haracun)
kelimesi bu bağlamda “ayrıcalıklı muamele yoktur” anlamındadır. Çünkü
ayet, söz konusu ayrıcalıklı muameleleri ortadan kaldırmak için gelmiştir.
Bugün için toplumda bedensel engelliler/özürlüler dediğimiz kesime
tekâbül eder. Bunlar da “alttakiler”olup Kur’an onlara da sahip
çıkmaktadır.
FETEYÂTİ’L-BİĞÂ: “Fuhuş (genç) kadınları” demektir. Kur’an’ın, fuhuş
tacirlerinin eline düşmüş genç kız ve kadınlara da sahip çıktığını
görüyoruz: “Dünya hayatının geçici zenginliğini kazanacaksınız diye, sakın
namusuyla yaşamak istediği halde elinize düşmüş (genç) kız ve kadınları
fuhuş yapmaya zorlamayın. Her kim onları fuhuş yapmaya zorlarsa Allah,
kendilerine zorla yaptırılan bu işten dolayı onları bağışlayacak, sevgi ve

Free download pdf