Dağları Korkutan “Emanet”
Çokça bilinen bir Kur’an
ayetinde şöyle buyurulur:
“Biz emaneti göklere,
yere ve dağlara yükledik
de onlar onu üstlenmeye
yanaşmadı. Ondan
korktular da insan
üstlendi. Hiç şüphesiz
insan çok cahil ve
zalimdir.” (Ahzab; 72).
Kur’an’ın “varlığın diliyle
konuşan” uslübuna çok güzel bir örnek olan bu ayette, görüldüğü gibi,
dağlar, yer ve göklerle teşhis (kişileştirme) ve intak (konuşturma) mecazî
anlatım sanatı çerçevesinde diyaloğa giriliyor ve insanoğlunun durumu
onlarla karşılaştırılıyor.
Peki, dağların, yerin ve göklerin korkup da insanın üstlendiği bu
“emanet” ile ne kastediliyor?
Bilgisizlik (cehl) ve ötekine haksızlık (zulm) sebebi ile her an hıyanete
dönüşme potansiyeli taşıyan bu “emanet” ne olabilir?
Evet, dağların, yerin ve göklerin yanında esamesi bile okunmayan,
küçücük bir böcek gibi kalan ve fakat cehl ve zulm potansiyeli
taşıdığından, biz insanların tabiri caizse “hemen üstüne atladığı”
emanet nedir?
Kur’an’ın Adem ve Habil-Kabil kıssası gibi, burada da, aslında “yaşayan
bir durum” anlatılıyor.
Bir an durun ve yere, göğe ve dağlara bakın...
Kendi kendinize “Bütün bunların üstlenmekten korkup da benim
üstlendiğim, üzerime almakta ve sorumluluğunu yüklenmekte
hiçbir beis görmediğim/görmüyor olduğum ‘emanet’ ne ola ki?”
diye sorun...
Üzerine alma ve sorumluluğunu yüklenme söz konusu olduğuna göre, bu
emanet, gelip giden, üstlenilip bırakılabilen, alınıp geri iade edilebilen
yaşayan/dinamik bir şey olmalı?
Ama ne?
Kur’an’dan başlayalım...
“Emanet” sözcüğü Kur’an’da 7 yerde geçiyor. Tek tek aktarıyorum:
1-“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara yükledik de onları onu
üstlenmeye yanaşmadı. Ondan korktular da insan üstlendi. Hiç
şüphesiz insan çok cahil ve zalimdir.” (Ahzab; 72).
2- “Onlar emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.” (Mu’minûn;
23/8)
3- “Onlar kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde riayet
edenlerdir.” (Meâric; 32)