sevgi ve merhametine alır zalimlere ise elem dolu bir azap hazırlamıştır.”
(İnsan; 77/31).
Yine Kur’an’da insanlara önderlik etmenin ölçüsünün soy sop değil; adalet-
zulüm ölçütü olduğunu görüyoruz;
“Bir zamanlar, Rabbi İbrahim’i bir takım olaylarla sınamış, kendini ispat
edince ‘Ben seni insanlara önder yapacağım.’ demişti. ‘Soyumdan da
önderler yap.’ deyince Allah, ‘Zalimler önder olamaz’ buyurmuştu.”
(Bakara; 2/124).
Yani: Ey “Tanrı ile yürüyen”in (İsrail) torunları olduklarını iddia edenler!
Keza Ey “Allah’a kulak veren”in (İsmail) torunları olduklarını iddia edenler!
Ey “Sevgi ve merhametin babası”nı (Ebrahim) ataları olarak kabul edenler!
Dinleyin: Allah İbrahim’i sizden iki bin yıl önce tıpkı bu yetim Muhammed
(s.a.v) gibi doğruluk ve dürüstlük (el-emin) üzere buldu. Onun Allah’ın
yani vicdanın ve merhametin evrensel sesi olabileceğini gördü. Buna lâyık
olduğunu gösterdi. İbrahim’le birlikte büyük bir yürüyüş başlattı. Onu iyilik
ve adalet timsali olarak insanlığa önder yapacağına söz verdi. İbrahim
soyumu da önder yap diye talepte bulununca ona, iyilik ve adalet
yolundan ayrılanlar, zalimler önder olamaz dedi. Bu nedenle yeryüzünde
seçilmiş bir soy yoktur. Kim iyilik ve adaleti ayağa dikerse, kim vicdan
merhametin sesi olursa, kim doğruluk, dürüstlük yolunda yürürse ancak
onlar insanlığa öncülük etmeye lâyıktır. Soyunuzla övünmeyi bırakın. İsrail
oğulları veya İsmail oğulları olmak sizi kurtarmaz. Nitekim siz İsrail
oğulları “Allah ile yürüyüşü” terk ettiniz; kuruntularınızla, vehimlerinzle
yürüyorsunuz. Siz İsmail oğulları da “Allah’a kulak vermeyi” bıraktınız;
Kâbe’yi putlarla doldurup Lat’a, Menat’a, Hubel’e kulak veriyorsunuz. Şu
halde sevgi ve merhametin babası İbrahim’in yolunu sürdüren, küllenmiş o
köze yeniden üfleyen işte şu aranızdaki yetim Muhammed (s.a.v) dir. Artık
sevgi ve merhametin yeni sesi budur. Kuruntularınızı bir kenara bırakıp
söylediklerine kulak verin, onun yürüyüşüne katılın...
Yine zulmedenlerden başkasına düşmanlık beslenemeyeceğini, dahası
“savaşın” yegane sebebinin inkar, şirk veya başka dine mensup olma
değil; baskı, zulüm ve zorbalık olduğunu okuyoruz;
“Hiçbir fitne (zulüm ve zorbalık) kalmayıncaya ve din (adalet) Allah için
sağlanıncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden
başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara; 2/193)
Yani: Halka eziyet eden, insanları baskı ve zulüm altında inleten, bundan
vazgeçmeye niyetli olmadığını da her defasında ispat eden zorbalara
anladığı dilden cevap vermeniz gerekiyor. Barış için gerekirse
savaşmaktan çekinmemelisiniz. Unutmayın, savaşın bir tek sebebi vardır;
baskı, zulüm ve zorbalık... Bunun dışında kimseye durduk yere
saldırmayın...
Bu ayet bu şekilde yorumlanmazsa “Dinde zorlama yoktur” (Bakara;
2/256) ilkesi ile çelişilmiş olur. Zira fitnenin (zulüm ve zorbalık) zıddı
adalettir.
Görülüyor ki Kur’an “zulüm” kavramına olağanüstü bir vurgu yapıyor. “Şirk
en büyük zulümdür” demesinden de anlaşılacağı gibi, zulmü şirkten daha