güdülecek halka ve iktidar olunacak geniş arazilere (ülke/memleket) sahip
olmak siyaseti ifade etmektedir.
Demek ki şeytanın yeryüzünde olanları süslü göstermesi bu oluyor.
Şeytan, bize sağımızdan (siyaset), solumuzdan (servet), arkamızdan
(şöhret), önümüzden (şehvet) sokulacağını ve içimizde bunlara dair hırsı
harekete geçirerek bizi yoldan çıkaracağını söylüyor. Başka bir tabirle, bizi,
içimizdeki bu “negatif enerjiler” yoldan çıkarır. Ne gelirse başımıza bunlara
duyulan ihtirastan gelmektedir.
Kıssanın ikinci sahnesinde ise, daha derine inilerek bu ihtirasın içimizdeki
kökü/yatağı teşhis ediliyor ve ‘şeytanın vesvesesinin’ tabiri caizse
hammaddesinin bu olduğu açıklanıyor: “Melek/melik/mülk sahibi
olacaksınız (en tekûne melekeyn). (Yani) yıkılmayacak bir mülk (mülk-i la
yeblâ) elde ederek ölümsüzleşeceksiniz...” (A’raf; 7/20> Taha; 20/120).
Melekeyn’in mülk-i la yeblâ şeklinde tefsir edildiğine dikkat ediniz.
Hay Allah, yine mülk meselesi! (ikinci sahnede daha geniş gelecek)
Görüldüğü gibi birinci sahne bir semavi prolog
(gökteki/yücelerdeki/bilinmeyen alemdeki/Allah’ın yanındaki) ilk konuşma
iken, birazdan gelecek ikinci sahne yerdeki diyalog oluyor. Birinci
sahnedekilerin hiç birini göremiyorken, ikinci sahnede Adam ve Eşi gibi
görünür, duyulur, dokunulur varlıklar öne çıkıyor. Birinci sahnede teolojik
vurgu öne çıkarken, ikinci sahnede antropolojik vurgu daha baskın. Birinci
sahnede öne çıkarılan İblisken, ikinci sahnede “Adam ve eşi” öne çıkıyor.
Birinci sahnede Adam ve eşi, ikinci sahnede ise melekler diyaloglarda yok.
Kanımca önce birinci sahne verilerek Allah’ın “ilahi/ezeli zamandan” hitabı
olarak, insanlıkta bir “yaratılış muhayyilesi” oluşturuluyor. Bu nedenle
birinci sahnedeki olaylar ve kişiler duyulur ve akledilir nesneler şeklinde
tasvir ediliyor. İyilik, kötülük, insan, insanın gücü ve kabiliyeti, varlık
âlemindeki yeri, neden yaratıldığı, onu ne gibi tehlikelerin beklediği, güçlü
yanları, zayıf tarafları vs. görünür, akledilir, algılanabilir suretlere
sokularak kişileştiriliyor. Böylece canlı, yürüyen, konuşan, yer kaplayan,
dokunulabilen, yanımızdan geçen şahıslar, zatlar gibi algılamamız
sağlanarak dimağımızda canlı ve dinamik bir tasavvur oluşturuluyor.
Birbirini tamamlayan kıssanın ilk sahnesinde, aslında, Allah dışında bizatihi
canlı, hareket halinde, ben bilincinde ontolojik varlık bulunmuyor. İblis,
Şeytan, Melek, Âdem (Adam) kavramsallaştırmaları, Allah’ın gücü, kudreti,
ilmi, melekeleri, insandaki kötülük dürtüleri, ilâhî hayatla irtibatlı bir takım
olaylar ve yeni yaratacağı varlığın şahıslaşmış sembolleridir. İnsan
algısının bunlarla ilişkisi kurabilmesine yönelik kolaylaştırılmış, indirgenmiş
din dili ifadeleridir. “Mutlak Oluş” olarak konuşan Allah, olayları
insanoğlunun muhayyilesine hitap ederek resmetmekte, şuur, tasvir ve
tasavvur oluşturmaktadır. Özellikle İblis kavramının öne çıkarıldığı kıssanın
ilk sahnesindeki “ilahi zamandan hitap”, Âdem ve eşinin öne çıkarıldığı
az sonra gelecek ikinci sahnede, “yeryüzü sürecinde” örneklenmektedir.
Böylece kıssa biz “Adem”leri iyice içine çekmekte, anlatılanların bizim
hikayemizden başka bir şey olmadığı ortaya çıkmaktadır.