Şu denmek istenir: İşte Allah’ın istediği cennet (ebedi ve ideal ülke)
burasıdır! Öyle ki “Orada ne acıkırsın, ne çıplak kalırsın, orada ne susarsın,
ne de güneşin sıcağında kalırsın.” Yani orada açta ve açıkta kalmak (yeme,
giyinme, barınma sorunu), susamak (ihtiyacın kadar maddî ve manevî
ihtiyaçların tatmini) – bitmek tükenmek bilmeyen ihtirasların değil!- ve
güneşin sıcağında yanmak (saldırı tehdidi/güven sorunu) yoktur.
İşte bu temel ihtiyaçların karşılandığı, fazlasının paylaşılıp bölüşüldüğü,
yığmanın biriktirmenin olmadığı yer bizim cennetimiz oluyor. Dahası
uhrevî cennet dünyevî cennetin de aynası. Yani Kur’an’ın öbür dünyadaki
cennet tasvirleri, bu dünyadaki cennetin bir nevi ideal tasviri ve
ütopyasıdır. Öyle ya cennette yöneten-yönetilen yok! Ezen-ezilen yok!
Zengin-yoksul yok! Zenci-beyaz yok! Devlet yok! Sınırlar yok! Pasaport
yok!.. Hürriyet var! Adalet var! Sevgi ve merhamet, kardeşlik, paylaşım
var! Serazat selam, güvenlik, barış ve esenlik var!
Demek ki cennet, dünyadayken bastırılmış duyguların ahirette kapıp koy
verildiği yer demek değildir. Toplu seks, bir erkeğe yüzlerce huri filan
yoktur. Allah’ın dünyada yasakladığı bir şeyi orada serbest bırakması
muhaldir (imkânsız). Bilakis aynen dünyada olması gerektiği gibi (kadın
erkek fark etmez) göz aydınlığı eşler (huri’l-ıyn), mutlu aileler, barış,
esenlik, tam bir güven, kardeşlik, sevgi ve merhamet ortamı vardır. Her
kim dünyada bunları yaşıyorsa çevresine cennet değerlerini taşıyor veya
cennet esintilerini yayıyor demektir. Burada nasıl isek orada da öyle
olacağız. Veya orada nasıl olacaksak burada da öyle olmalıyız. Allah’ın
dünyada yasakladığı şey ahirette de yasaktır. Yalnız bir farkla; orada
yasağa yasak demeye gerek yoktur.
Şu halde “cennete yerleşin” demek, “Böyle bir yer kurun, tesis edin (ve
oraya yerleşin) ” demektir. Bu istek bizler için bir ufuk, ideal, hedef,
misyon, vizyon, medeniyet, dünya ve gelecek tasavvurudur. Var olanın,
var olmayanın içinde ete kemiğe bürünerek yeniden var olmasıdır. Zira her
zaman birileri hayal eder ve o hayalin içinde dünya yeniden kurulur.
“Kıssaların anası” bize önce o hayali/ideali/ufku veriyor.
Eğer dünyaya bu ufuktan bakarsanız, diğer bütün şeyler gözünüzde
küçülür.
Onun için Adem’e ve Eşine (bizlere) deniyor ki: “Sen ve eşin cennete
yerleşin.” Yani ebedi ve ideal dünyanızı kurun. Bu, 2+1 bir evde
olabileceği gibi, bir mahallede, şehirde veya ülkede bile olabilir. “Dünyada
cennet olmaz” diye bir şey yoktur. Eğer kuramazsanız, ömrünüz
yetmez veya engel olunursanız, gerçekleştirmeye çalıştığınız yeryüzü
cenneti, size, öbür dünyada hem de aslıyla “ödül” (ecr) olarak verilecektir.
Bu öyle bir ideal ki ölümle bile bitmez... Güneşler dürülür, yıldızlar dökülür,
dağlar yürütülür, mezarlar deşilir, ölüler diriltilir, yerler ve gökler başka
yerler ve göklerle yenilenir ve o ebedi ve ideal dünya eninde sonunda
kurulur... Günler gelip geçer ve devran döner dolaşır O’nun dediği yere
gelir.
Kıssa da “ağaç”, “kişi/öteki” anlamına geliyor. Yani ‘kişi”ye (Sümerce
kişi=giş; ağaç) dokunma; canına, malına, ırzına, namusuna, aklına,