Aksi halde tabiatında zaten “bozma” potansiyeli olan mülkün “yaşatan
ve öldüren benim” diyen hegomonlar üretip durması kaçınılmazdır.
Lailahe illallah ve Lehu’l-mülk bize bu denetimi sağlayacak bilinci ve
dinamizmi veriyor. Öyle ki bu bilinç ve dinamizm bizi her türden
hegomonik ilişkiye karşı dinç tutar. Muktedir ve müstağni saldırılara karşı
kalkan olur. Mülkün hegomonik tabiatını deşifre eder. Lailahe muktedirin ,
Lehu’l-mülk de mustağninin panzehiridir. İnsanı her şeyden önce kendine
yabancılaşmaktan kurtarır, muktediri ve mustağniyi hizaya getirir.
Tabi bunları “tarikat virdi” şeklinde değil; bireysel ve toplumsal
denetimin muharrik gücü olarak anladığımız takdirde...
Gel gör ki her gün minarelerden bu sözü (lailahe illalah) dinlediğimiz halde
bütün ilişkilerimiz hegomoniktir. Çünkü daha doğarken zavallı
doğmuşuzdur ve toplumun bütün katmanlarından ezilerek, aşağılanarak
büyürüz.
Ailede dayak yeriz, baba ve anne tarafından aşağılanırız.
Askerliğimiz dayakla, aşağılanmayla, küfürle geçer. Askere gidip de dayak
yemeyenimiz veya küfür işitmeyenimiz yoktur.
Hep kahır hep kahırla geçer ömrümüz.
Böyle olunca ruhumuza sinmiş bu hegomonik iklim, ilk fırsatta bizde
yeniden yeşerir.
Evlenen karısına “sahip” olmak ister. Gönüllü nikah sözleşmesiyle doğan,
kurallara karşılıklı uymaya dayalı eşit bir hayat sürdüremeyiz. Evliliği alım
satım gibi görürüz. Satın aldığımıza sahip olmak tabiî ki hakkımızdır. İlişki
yine hegomoniktir...
İşveren, çalıştırdığına “sahip” olmak ister. Gönüllü iş sözleşmesiyle
doğan, iş ve emek kurallarına karşılıklı uymaya dayalı eşitlikçi bir çalışma
hayatı sürdüremeyiz. İşçiyi satın alınmış köle gibi görürüz. Onun ekmek
kapısıyızdır, onun için de onun sahibi (rabbi) bizizdir. İlişki yine
hegomoniktir...
Yöneten, yönettiklerinin “sahibi” olmak ister. Gönüllü toplum
sözleşmesiyle, karşılıklı rızaya, birbirimizin işine görmeye dayalı eşitlikçi
bir siyasi hayat sürdüremeyiz. Yönetileni sürü gibi görürüz. “Ohaa”
diyerek sürümüzü güderiz, onlar doğruyu kendiliklerinden
bulamayacağından boyuna balans yapar, ayar çekeriz. İlişki yine
hegomoniktir...
Şöhret sahibi hayranlarının “sahibi” olmak ister. Hayranlarının baygın
bakışları karşısında kendinden geçerek kendinde tanrısal güç vehmeder.
Onları, etrafında pervane olmuş sinekler gibi görür. Hiçbir değer ve
önemleri yoktur aslında. Nihayetinde bir çiğnemlik işleri vardır. Biri gider
onu gelir. Onlar pervane oldukça, şöhret, insan olmaktan çıkar. Birbirini
açan, geliştiren, özgürleştiren, eşitlikçi bir ilişki yerine, hegomonik
alinasyon (her iki tarafı da kendine yabancılaştırıp insan olmaktan çıkaran
efendi-köle döngüsü). İlişki yine hegomoniktir...
Yazar, okuyucularının “sahibi” olmak ister. Hür tefekkürün karşılıklı
paylaşımı yerine, buyurganlık hüküm sürer. Yazarı eleştirmek, yazarın
karizmasını sarsacağından görülmemeli ve duyulmamalıdır. “Yazının
altındaki o yorumlara nasıl izin veriyorsun?” veya “Yanına gelen bir