Sosyoloji ilmi ispat ediyor ki, bu bağ eğitimde, harsta, yâni
duygularda birlik olmaktır. İnsan en samimî, en derunî
duygularını ilk eğitimi sırasında alır. Daha beşikte iken,
işittiği ninnilerle ana dilinin etkisi altında kalır. Bundan
dolayıdır ki, en çok sevdiğimiz dil, ana dilimizdir. Ruhumuzu
meydana getiren bütün din, ahlâk, estetik’e ait duygu-
larımızı bu dil aracılığı ile almışız. Zaten ruhumuzun sosyal
duyguları bu din, ahlâk ve estetik’e ait duygulardan ibaret
değil midir?
Bunları çocukluğumuzda hangi toplumdan almışsak, daima
o toplumda yaşamak isteriz. Başka bir toplumun içinde
daha büyük bir refahla yaşamamız mümkün iken,
toplumumuzu içindeki farkı ona üstün tutarız. Çünkü
dostlar içindeki bu yoksulluk, yabancılar arasındaki o
refahtan çok bizi mesut eder. Zevklerimiz, vicdanımız,
özleyişlerimiz, hep içinde yaşadığımız, eğitimini aldığımız
toplumundur. Bunların yankısını ancak o toplum için
duyabiliriz.
Ondan ayrılıp da başka bir topluma girebilmemiz için büyük
bir engel vardır. Bu engel, çocukluğumuzda o toplumdan
almış olduğumuz eğitimi ruhumuzdan çıkarıp atmanın
mümkün olmamasıdır. Bu mümkün olmadığı için eski
toplum içinde kalmak zorundayız.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki millet, ne ırka, ne kavme,
ne coğrafyaya, ne siyasete, ne de iradeye bağlı bir topluluk
değildir. Millet, dil, din, ahlâk ve güzel sanatlar bakımından
müşterek olan, yâni aynı eğitimi almış bulunan kişilerden
oluşan bir topluluktur.
Türk köylüsü onu «dili dilime uyan, dini dinime uyan»
diyerek tarif eder. Gerçekten, bir adam kanca bir olduğu
insanlardan çok, dilde ve dinde müşterek olduğu insanlarla
beraber yaşamak ister. Çünkü, insan oluşumunun özelliği,