odasında her gün toplanırdık: Ömer Seyfettin, Ali Canip,
Orhan Seyfi, Enis Behiç, Fuat Köprülü en çok, en sık
gelenlerdendi. Haaa, bir de şair İdris Sabih... Tanımadınız
değil mi?... Bayram sabahı Çanakkale’de şehit düşen
kardeşi için:
Kaşından daha çok bıyığın yokken,
Döğüştün yeleli arslanlar gibi!
................................................
El fıtra verdi, sen canını verdin,
Ne acı bir Şeker Bayramı yaptık!
mısralariyle ağlayan şair...
Gökalp, bu odada her gün yeni bir konuya ışık tutardı:
— Cami, adından da belli, cem olunan yer, içtima mahalli.
Orada, müslüman Türkler hayır işlerini, sosyal dâvalarını
konuşacaklar... Camide, sıralar ve sandalyeler olacak...
Kadın, erkek, oturup büyük mürşitlerin nasihatlerini dinli-
yecek, aydınlanacak! Mescit, yine adından belli: Secde
edilen yer. Orada müslümanlar namazlarını kılarlar, Tanrı’ya
dualarını yükseltirler...
Bu konuşmalar her gün değişirdi: Türk edebiyatı, Türk
tarihi, Türk mimarlığı, Türk mitolojisi onun dile getirdiği
başlıca bahislerdi.
Diyarbakırlı Ziya Gökalp, şarklı kılığı içinde garplı ilim
kafasını taşıyan tek adamımızdır.
Konuştuğu konu üstünde, sözü dağıtmadan, dikkatini,
bilgisini onun kadar toplayan insan görmedim. İnandığını
cezbe içinde savunurdu. Bir gün, Büyükada’da Türkleşmek,
İslâmlaşmak, Avrupalılaşmak üstüne fikirlerini anlatırken,
masa üstündeki fesi yere düşmüş,