Hâmid, bu ana ile biraz önce anlattığımız gibi Hayrullah
Efendi'nin izdivacından, yani maddî ve manevî imtizaçtan
hasıl olmuştur. 1851 şubatının beşinci günü, uzunluğunu
ölçmek mümkün olmayan irsî ve neslî hayatının bir dönüm
noktası ve 86 yıllık ferdî hayatının başıdır. Çünki o gün,
Abdülhak Hâmid, küçük varlığından beraber getirdiği büyük
kuvvetleri içinde saklayarak, kalabalık bir aile muhitinde
büyüyor.
Devrinin pek çok büyük adamlarının devam ettiği hekim
başı ailesi, uçmadan duramayan bu mahlûkun yuvasıdır.
Daha dört, beş yaşında iken o zamanın şeyhülislâmı
Saadettin Efendi’ye kadar bir çok kıymetli insanların kolları
arasında ve kucaklarında haşarı bir toğan yavrusu gibi
sekip duruyor.
O devre göre bir çok yüksek şahsiyetleri gören ve tanıyan
bu büyük çocuk, gönderildiği bir mahalle mektebi ile
bilâhara midillisine binerek gittiği Hisar rüştiyesinden bir
türlü haz edemedi. Bir mektebi edeb gibi olan evinde büyük
insanlara muhatap olan Abdülhak Hâmid, oradaki hocalarını
çok küçük görmüş olsa gerek. Hatıratında bu mekteblerden
memnun kalmadığını açıkça söyler.
Bundan sonra tedrisat, o zamanın usulünce arabcayı esas
aldığı için Hâmid; emsele, bina ve maksud okumaya
başlayor. Muallimi Evliya Hoca ismindeki bir sarıklıdır. Bu
Evliya hocanın da Hâmid’e muallimlik etmesinden başka
kerametini bilmiyoruz.
Daha sonra Hâmid, meşhur Hoca Tahsin Efendi’nin talebesi
oluyor. Tahsin hoca, nev’i şahsına münhasır, asrını aşmış bir
adamdı. Edebiyatla, ruhiyatla, felekiyatla uğraşıyor, katı
düşünceli ve tok sözlü olgun bir zekâ idi. Bizde ilk defa
(psihkoloji) adile ruhiyat kitabı yazan odur. İşte Abdülhak
Hâmid daha pek küçük yaşta bu zatın - kendi tabirile