İlahi dinler insanların imanlı, ahlaklı ve erdemli yaşamasını
temin ve teşvik edecek kurallar koyarlar. Haram ve helaller
dediğimiz bu kurallar manzumesi kaynağını, dinin asıl
gayesine hizmet etmekten, bir idrakten alır. Temel hüküm
ve ilkeler sadece birer kurallar manzumesinden ibaret
değillerdir. Mekasidü’ş-şeria olarak bilinen, dinin amaç ve
gayeleri diye tercüme edebileceğimiz ve her amelin ve
eylemin arkasında yatan asıl neden ‘hikmet’tir. Hikmet bize
yaptığımız her işin gayesini ve manasını anlatarak nihilizmi
ortadan kaldırır. Hüküm–hikmet birlikte düşünülür ve
birbirlerine bağlıdır. Hüküm-hikmet söz konusu olduğunda
‘nasıl’ ve ‘niçin’ soruları da birbirlerini bütünler hale gelir.
Diğer bir anlamda ‘hikmet’; idrak, doğruluk ve merhamet
demektir. Hikmet, inancımızın ve eylemlerimizin metafizik
ve ruhani boyutunu ortaya koyar (Kalın 2017: 4).
Hem İslam dünyası, hem de Batı dünyası çeşitli sosyal,
siyasi ve dinî sebeplerle hikmet anlayışını yitirmeye
başlamıştır. Gaye ve hikmetini idrak etmek her ibadet ve
davranışın ayrılmaz bir parçası iken bazen din, bereket ve
zarafetten yoksun şekilsel ritüellere, adet ve törelere
indirgenmektedir. Manayı kavramadan surete sarılmak,
özden uzaklaşma ve yabancılaşma tehlikesini beraberinde
getirmektedir. Sebepler ve suretler âleminde yaşadığımız
için zahir önemlidir. İman, amel ve ahlak sûretsiz ve
zâhirsiz olmaz, fakat suretlerin ötesindeki manaya ulaşmak
bütün yolcuların nihai amacıdır (Kalın 2017: 5). Pir-i
Türkistan, bu konuda şöyle ikazlarda bulunur:
Görünüşü sufiye benzer, kıyametten korkmazlar,
Günah ve haram hâsılı, günahlardan ürkmezler,
Riya tesbihi elinde, ağlayıp yaşını dökmezler,
Arslan Babam sözlerini işitiniz teberrük.
Ahir zaman ümmetleri süslerler evlerini,
Nefs hevaya sevinip bozar her an huylarını,
57