SORU: Dünya ölçeğinde, ‘muhafazakârlık’ denildiğinde İngilizler akla gelir.
Muhafazakârlık İngilizler için de ‘belâ bir kavram’ mı?
Kahveci: İngiliz muhafazakârlığının sistematik ve tutarlı bir felsefesi vardır.
Çünkü onların filozofları mevcuttur. Ama Türkiye’deki muhafazakarların hiçbir
felsefesi yoktur. Her alanda olduğu gibi, bu konunun sadece adını kopyalamıştır.
İçeriği yoktur. Değişmemenin kavramı olarak kullanılmaktadır. Bugün
İngilizler, çağımıza adapte olmuşlar ve ‘çağdaşlaşmanın ve ‘değişmenin
muhafazakârı olmuşlardır. Bizler ise ‘değişmemenin muhafazakârlığını
yapıyoruz.
Şimdi, çağımız öncesine ait fikirlerinin muhafazakârı olmak bu çağda problemdir.
İçinde bulunulan çağda, önceki çağlarda kalmaya ‘tarih yanılgısı’ denir. Bunun
sonucu olarak çatışmalı ve çelişkili olmak, antinomi, oksimoronluk, paradoks
kaçınılmazdır. Sonuçta çağına adapte olamayanların, ayıklanıp gitmeleri insanlık
tarihinin tarihi teamülüdür.
SORU: ‘Geleneğin direnmesi’ diye bir kavramdan bahsediliyor...
Kahveci: Sosyal psikoloji, genelde bütün toplumların değişmeyi sevmedikleri
tespitini yapar. Özelde Türk toplumu değişimi hiç sevmemektedir. Bu nedenle
özellikle çağımızda çok zor olan düşünme ile yapılmasından dolayı fikrî değişimi
hiç sevmemektedir. Türkiye’nin geleneklerinden alacağı ve bugün yaşatacağı
değerler vardır. Bunların en önemlisi aile bağlarıdır. Bunları korumak gerekir.
Gerçi bu değerler çağımız insanlık felsefesinde daha gelişmiş biçimde vardır. O
nedenle bu değerlerin teorisi, paradigması ve parametreleri, pratiği ve öğretim
sistemi mutlaka çağdaş metotlarla ve içeriklerle yapılmak mecburiyeti vardır. İşte
bunları yapabilecek çağdaş metotları iyi öğrenmemiz gerekiyor.
SORU: Muhafazakârlığın ne olduğu hususunda umumun ittifak edeceği, genel
geçer bir hüküm oluşturulamamışken bir de ‘yeni muhafazakârlık’ kavramı ortaya
atıldı. İslâm’ın hoşgörüsü istismar ediliyor olmalı. Bu istismarın sebebiyet
vereceği zararlar nelerdir, nasıl önlenebilir?
Kahveci: Çağımızda dine dayalı oluşumlar yapmak çağdışı kalmıştır. Bu sebeple
‘İslam’ın hoşgörüsü’ adıyla bir dinî hoşgörüye yer yoktur. 18. asırdan
sonra insanlık, tamamen yeni bir faza ve aşamaya geçmiştir. Her şeyden önce bu
yeni aşamanın değerlerini, kurumlarını, kuramlarını, paradigmalarını, sistemlerini
iyice öğrenmek gerekir. Bunların en temel değişimi, merkezî kaynak
referanstadır. Daha önce din ve tanrı, merkezî kaynak referans iken şimdi ‘Beşerî
sistematik akıl’ referans olmuştur. Artık bütün insanlık hayatı, sevsek de
sevmesek de, bunun ürünleri üzerinde dönmektedir. Bunları daha önce yazılan
kitaplarda bulmak mümkün değildir. Bu kitaplara, Mukaddes Kitaplar da dâhildir.
Çünkü Mukaddes Kitaplar, geldikleri dönemlerde var olan fikir ve bilgi
malzemesini kullanmışlar, gelecekte icat edileceklerin hiçbirini kullanmamışlardır.
Geldikleri dönemdeki insanların algı düzeylerini esas almışlardır. Mesela Kuran
şöyle der: ‘Andolsun biz Kuran’ı, düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık.
Var mı düşünüp öğüt alan?’ (Kamer, 32.) Nitekim bütün dinler, mümin ve
kâfir şeklinde insanları dine dayalı olarak bölerler. Daha başından ayrımcılık
yaparlar. Hâlbuki çağımızda ise dine, etnisiteye, mezhebe, ideolojiye,
sosyal ve ekonomik sınıfa dayalı ayrımcılık yasaktır. Sâdece ‘insan’ olma
kriteri üzerinde her alanda herkese geçerli sistemler vardır. O sebeple dinlerin